Kapıyı araladım ve koridorda gözlerimi gezdirdim. Herhangi bir şey göremeyince Taeyong'un odasına gittim. Kapıyı çaldığım anda Taeyong açtı ve beni içeri çekti. Bu yöntem çok zordu. Kimin geldiğini bilmediğimiz için her şekilde onlara zarar verebilirdik. "Onlara ne demeliyiz?" diye sordum. Onun da bildiği yoktu. Omuz silkti. "Sessiz kalalım." dedi. Başımla onayladım. Kapının çalınmasıyla bakışlarımızı sese çevirdik. Youngho olmalıydı.
"Benim, Youngho." dedi. Ben canım sıkıldığı için telsizi evirip çeviriyordum. Taeyong kapıyı açtığında ne olduğunu anlamadan telsizim elimden gitmişti. "Bozulma hemen. Daha bir saat önce bize moral veren sen değil miydin?" dedi telsizimi kendi elinde tutarken. Yüzüne baktığımda o sevimli gülümsemesini gördüm. Güldüğünü görmeyeli uzun zaman olmuştu. Ben de karşılık verdim ve rutubetli odadan çıktık.
Jaehyun ve Yoonah dikkatle yukarı çıkarken, Joohyun arkalarında saklanıyordu. Burası fazla ışıklıydı. Gizlenme diye bir şey söz konusu değildi. Etrafta bir sürü koskocaman silah vardı ve Jaehyun ile Yoonah'ın elindekiler onların yanından geçemezdi. Ekipteki birkaç kişi görüntüleri döngüye almıştı, bu yüzden kameraları izleyen Kuzeylilerin ekranlarında boş koridorlar vardı.
Bu fazla ışıklı yerleri, her an her yerden çıkabilecek bir asker varmış gibi tedirginlikle geçmişlerdi. Sonunda büyük salondan çıkmışlardı. Işıklar gittikçe azalıyordu, artık loş bir yerdelerdi. Salondan çıktıkları anda karşılarına merdiven çıktı. Birbirlerine bakıp yukarı çıkmaya başladılar.
Jaehyun telsizi kavradı.
"Siwon-nim? Kameraların hiçbiri çalışmıyor, değil mi?" dedi. Siwon da hattaydı, uzun zamandır duyulmayan sesi yankılandı.
"Evet, Jaehyun-ah. Kameraları etkisiz hale getirdik. Eğer beni duyabiliyorsanız, çocuklar, şu an kameraların hepsi iptal edildi. Kuzeylilere göre şüphe edecek bir şey yok. Bir ara elektriklerin gitmesi halinde kıllandılar ama çözdük. Tek sorun, başkan her nerede tutuluyorsa, çok güçlü bir sistemleri var ve hepimizi itiyor. Bu iş sizde."
Jaehyun dahil herkes duymuştu bunu. "Anlaşıldı." dedi ve başıyla hareket yapıp, Joohyeon ve Yoonah ile loş mekanda ilerlemeye başladılar. Burası göründüğü kadar korunmalı değildi. Odanın ışığı biraz daha aydınlandığında, burasının bir ofis olduğunu fark ettiler. İlginç bir ofisti, abartısız koskocamandı. Sanki Kuzey nüfusunun çeyreği buraya toplanmıştı.
Ama bir sorun vardı. Buradaki insanlar ölmüştü. Sırayla, arka arkaya dizilmiş masalar, bilgisayarlar, tam bir ofisti. Beyaz renk olmasına rağmen, duvarlar, yerler, her taraf kana bulanmıştı. Jaehyun ayağını attığı yere baktı. Kan gölüne basmıştı sanki, yerlerde cesetler vardı. Ortamda ağır bir kan kokusu vardı. Tanımlanmayacak bir kokuydu. Her masada bir ceset vardı. Kuzey Kore üniforması giyiyorlardı. Neden öldürülmüşlerdi? İşlerinin başında duruyordu hepsi. Bilgisayarlar iki binli yıllara aitmiş gibi duruyordu. Ekranlarda garip yazılar vardı. Kodlara benziyordu. Bunu Güney'deki ekip mi yapmıştı?
Joohyeon telsizi kavrayıp konuştu.
"Siwon-shi?" Sinirli gibiydi.
"Efendim komiserim?"
"206 numaralı oradakilere ne oldu?" duvarda asılı duran tabelaya baktı kadın. Kanın sıçramadığı tek yer orasıydı sanki.
"Komiserim, Kuzey askerlerinden bir ekip yapmış olmalı. Sanırım güvenlikle uğraşıyorlardı ve etkisiz hale getirdikleri şeyler yüzünden öldürüldüler."
"Anladım."
Kan kokusuna fazla dayanamadıkları için geri çıktıklarında, biz de onların tarif ettiği yerlerden geçerek sona ulaşmaya çalışıyorduk. Onların çoktan geçtiği yollardan ilerlerken, bahsettikleri odaya girdik. Kan kokusu kapı açıldığı için az da olsa çıkmıştı; ama yine de boğucuydu. Önümdeki manzaradan uzaklaşmak için Youngho'nun arkasına saklandım. Taeyong ise, aramızda en uzun olan genç kapıyı kapatırken elini omzuma koymuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️ thief and cop | lee taeyong
FanfictionNAME | THIEF AND COP INTRO | "Adın?" diye sordum. Biraz düşündü. Yüzündeki alaylı ifade silinmiş gibiydi. Bakışlarını ayakkabılarına çevirmişti. "Lee Taeyong." dediğinde aynı anda birbirimize baktık. Ondan gözlerimi kaçırmadım. "Yaş?" "Yirmi bir." O...