8 | burada ne işin var?

124 17 12
                                    

Binadan çıkınca arabaya geri döndük. Taeyong bizi arkadaşlarının evinin önünde bırakınca şaşırdım. Plakanın yerini Şimşek'ten öğrenmeyecek miydik? Arabadan çıkarken gözlerimi Taeyong'un üzerinde gezdirdim. Hiçbir şey yokmuş gibiydi ve ben her şeyden habersiz olmaktan nefret ederdim.

Kapıyı çaldı ve birkaç saniye sonra kapıyı söylenirken Ten açtı. Bizi görünce son söylediği sözler ağzının içinde kaybolurken kenara çekildi. Arkadan koltukta uzanmış Yuta'yı gördüm. Muhtemelen kapıyı kimin açması konusunda kavga ediyorlardı.

"Zaten aşağı inecektin, inmişken aç kapıyı. Beni niye uğraştırıyorsun?" diye mırıldandı Yuta.

"Aşağı inmeyecektim, zili duyup kimsenin açmayacağını bildiğimden indim."

Yuta ise koltuğa iyice yayılmış, gözlerini kapatmıştı. Ten yüzünü buruşturarak genç adama baktı ve yukarı kata çıktı. Taeyong'a döndüm. "Niye buradayız?"

"Plakanın yerini bulacağız."

Televizyona bakarken konuşan Taeyong'un karşısına geçtim. Görüşünü engellerken, "O zaman neden Şimşek'in yanına gitmedik?" diye sordum. Merdivenlerden gelen sesle arkama döndüm ve bize doğru gelen Lucas'ı gördüm. Taeyong'un bakışlarının yine beni bulduğundan emindim. Lucas, bir tanıdığının hacker olduğunu söylemişti, plakaları takip edebilirmiş. Beni o gün hayattan bezdirmek için mi Şimşek'in yanına götürdü?

"Ne istemiştin Yongie?"

Plakanın yerini gördüğümde şaşırmıştım. Yine ıssız bir yerdeki metro istasyonunda çıkmıştı. Adresi kağıda yazdım ve teşekkür edip Taeyong'u çekiştirerek evden çıktım. "Bilerek beni Şimşek'in yanına götürdün, değil mi?" Arabaya binerken konuştum. Emniyet kemerini takarken kendisi de arabayı çalıştırıyordu. "Ah, kalp krizi geçirecektim beklerken! Ne şimşekmiş ama?!"

Kıkırdadığını duyduğumda başımı arkaya atıp, elimdeki kağıdı göz hizama kaldırdım. Taeyong'un düzgün kullanıp kullanmadığı umrumda değildi, o gün yavaşlığından ciğerim düşmüştü ve sorumlusu Taeyong'du. Kağıdı Taeyong'un gözüne sokacak kadar yakınlaştırdım ve gözlerimle de onu süzdüm. Bana bakmadan kağıdı aldı ve adresi inceledi.

Pek uzun bir yolculuk sayılmazdı ama dar sokaklardan geçerken yüzüme vuran rüzgarla uyuyacak kadar mayışmıştım. Arabadan indik ve karşımızdaki kapatılmış metro istasyonuna ilerledik. Önüne çekilmiş siyah parmaklıklar yarıya kadar kırılmıştı. Üzerinden atladım ve içeri doğru ilerledim. Karanlıktı ve burayı kullanmadığı için başka bir güzergahı kullanıyorlardı trenler.

Dediğim gibi ürpertici bir yerdi ama buna odaklanmamalıydım. Metro istasyonunun kirli zemininde benimkinden başka bir ayak sesi daha duyduğumda Taeyong'un da sonunda gelmeye karar verdiğini anlamıştım. Rayların eskimiş olduğu tartışılmazdı ve metroların burayı kullanmaması iyi bir fikirdi. Fakat rayların sonunda durmuş bir tren vagonunun olduğunu gördüğümde şüphem arttı. Üstelik normal, çalışan durumda bir trene benziyordu. Bu istasyonu tamamen terk etmeleri saçmaydı, düzeltmek veya tamamen yıkmak yerine neden bırakmışlardı? Doğumumdan beri Gwangju'da olmam Seoul bilgilerimi köreltiyordu, çünkü orada böyle şeyler olmazdı. Taeyong'a sormak için arkamı döndüm.

"Bu istasyon ne zamandır böyle?"

"Bilmiyorum; ama uzun zamandır kapalı. Ben buralarda pek takılmam."

Şey, bunu ben de anlayabiliyordum. Herhangi bir trenin gelmeyeceğini bildiğimden raylara indim ve arkadan trene ulaşmaya çalıştım. Taeyong ise "Ne yapıyor bu salak?" ifadesiyle beni takip ediyordu. Trenin kapısı aralıktı, gelecek birini bekliyor olabilirlerdi. Eğilerek içeri sıvıştım fakat Taeyong sayesinde kapı eşiğinde durdum.

✔️ thief and cop | lee taeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin