LEE TAEYONG
Koltukta uzanan Yuta muhtemelen uyuyakalacaktı. O uykuya dalmadan içeri girdim ve seslendim. "Yah, Nakamoto."
"Efendim?"
"Haydi gidelim."
"Nereye bu saatte?"
"Yeni bir ev buldum, hadi!"
"Uyuyacağım."
"Sonra uyursun! Hazır ben de uyanıkken gidelim."
Yuta gerindi ve arkasını döndü. Normalde olsa Yuta atlardı bu fırsata. Ancak bugün hiçbir yere gidesi yoktu muhtemelen. Bir süre önce soyduğu evden iyi şeyler bulamadığı için bugün kesinlikle iyi bir soygun yapmalıydı, ama istemiyordu. Ben ise normalde çok aranmazdım, keyfim ne zaman isterse o zaman çıkardım ama bugün gözüme kestirdiğim evi tanıdığım bir hacker ile kafamda tartıp karar vermiştim bile. Sadece tek iş yapmaktan hoşlanmadığım için bir partnere ihtiyacım vardı. Bu kişi de Yuta'ydı.
Yuta'yı kolundan tutup çekmeye başladığımda mızmızlanmaya başladı. Kollarımı Yuta'nın kollarıyla kenetlemiş genci yerde sürüklerken Ten ve Lucas da bizi izliyordu..
"Bırak da hazırlanayım bari." dedi Yuta.
"Peki, hızlı ol."
"Tamam."
"Sağol."
Yuta merdivenlerden yukarı çıktı ve yaklaşık on dakika sonra tekrar aşağı indi. Benim gibi giyinmişti. Siyah bere, siyah sweatshirt, siyah ve esnek eşofman ve yine siyah postal giymişti. Beraber camdan dışarı atlarlarken Lucas Ten'e döndü.
"Neden camdan çıktılar?"
"Çünkü karizmatik duruyor, kafalarında aksiyon film müziği çaldığı her hallerinden belli."
Yuta ile büyük eve girdiğimizde sarayda falan mıyım diye düşünmedim değildi. Sonunda işimize yarayacak evi bulmuştuk. Evin en üst katının penceresini yarım açık bıraktıkları için tırmandıktan sonra içeri girmek zor olmamıştı. Evin krokisi vardı elimizde, odaların ne için kullanıldığı yazılı değildi. Yakalanmadan keşfetmemiz gerekiyordu, harika. Bu evi bulduğumuzda ve hacker kaça mâl olduğunu söyledi, ancak kimin üzerine olduğunu bulamadı. Oldukça güçlü bir güvenlik duvarına çarptıysa soyulduğunda iyi bir para alırdık.
Holde asılmış tablolara bakıyorduk. Bunlar ne kadara mâl olurdu acaba. "Buralarda bir tuzak falan yok mudur? Evin sahibi o kadar da salak değildir herhalde." dedi Yuta. Başımla onayladım ve çantamdan aynaya benzer bir şey çıkardım. Dışarıdan böyle görünüyordu ama içinde bir toz vardi ki bu toz buralarda bir lazer sistemi varsa görünür yapıyordu. Kısa bir üfleyişten sonra sonunda tuzağın olduğu yeri bulmuştuk. Tam önümüzde duruyordu, neyseki Yuta benden önce davranıp önüne bir adım atmamıştı, ucuz kurtulmuştuk.
"Neden sadece bu kapının önünde lazer tuzağı var ki?"
"Gidip öğrensek mi?"
Kaşınıyor muyduk? Evet. Yine de lazerlerin üzerine yürüdük ve dikkat ederek dokunmadan karşı tarafa geçmeye çalıştık. Lazerlerden kaçarken aynı boşluğa basmamızla dengemizi kaybedip birbirimize tutunduk ama birkaç parmak ve iki dirsek lazerlere temas edince tüm evde alarm çalmaya başladı. Yuta Japonca bir küfür patlattığında aceleyle krokiyi çıkardık ve çıkış yeri aradık. Arka kapı bodrumda olduğuna göre, ve bizim bodruma inip krokide gösterdiği tuzak sistemine yakalanıp çarpılmaya niyet etmediğimizden mecburen ön kapıdan çıkacaktık. Geldiğimiz cam fazla yüksekti. Atlarsak eğer sağ salim çıkamazdık.
Ön kapıyı açtığımız anda karşımıza dizilen beş polis memuru ile olduğumuz yere çivilenmiştik. Silahları bize doğrultulmuştu. Aralarından biri hızla geldi ve ellerimi arkadan kelepçeledi. Zaten kaçmaya çalışmak bir aptallık olurdu. Karanlık olduğundan yüzlerini göremiyordum ama biri daha gelip Yuta'nın ellerini kelepçeledi. Beraber polis arabasına doğru ilerlerken polislerden biri Yuta'yı arabanın diğer tarafına götürmüştü ve sağ arka koltuğa oturttu. Ben de yanına oturdum ve araba çalıştı. Başımı geriye attım. Keşke gelmemekte ısrar etseydim.
Parmaklıkların önünde Jungwoo'yu ve yanında tam olarak göremediğim birkaç kişiyi fark ettiğimde uyuklayan Yuta'nın üzerine çullandım ve sıçrayarak uyandı. Jungwoo'yu gördüğünde ayağa fırladı ve yakınlaştı. Ben de onunla beraber parmaklıklara yaklaştım ve konuştuklarını duymaya çalıştım.
"Teşekkürler, iyi günler." Jungwoo odadakilere selam verdiğini duyduğumda ben de eğilip aynısını yaptım.
"Yuta hyung, senden bunu beklemezdim."
"Zaten bir şey almamıştık. Alamamıştık..."
Eve gittiğimizde Ten, "Belediye başkanının evine girdiğinizin farkında mıydın?" diyerek beni sorguya çekti.
"Hayır."
"Ama tehlikesini biliyordun. Niye bunu yaptın?"
"Gideceğim vakıf için normal zenginlerin eşyaları yetmiyor. Mekanı görseydin hak verirdin."
"Çocuklar iyi durumdalar mı?"
"Evet, iyiler ama daha iyi olmaları için daha güçlü bir şeyler lazım."
Demek istediğim, çaldıklarımın tamamını kendime harcamıyordum. Hatta kendime harcadığım hiç söylenemezdi. Zengin kişilerden alıp fakirlere vermek en mantıklısıydı. Çünkü tanıdığım herkesin hayatındaki bir noktada bu yardıma ihtiyacı olmuştu; ama hiçbir zaman o yardımı alamamışlardı. Yuta'nın sokaklarda büyümemesi için paraya ihtiyacı vardı ama alamadı ve çalmaya başladı. Ten zamanında borcunu ödeyebilecek durumda bir aileye sahip olsaydı yetim kalmayacaktı.
Benim yaptığım doğru bir şey değildi, evet. Bizim suçluluk duygumuz yoktu, çünkü bencil kişilerin akıllarının ucundan geçmeyen yardıma muhtaç kişiler, büyüyüp onları kurtaracak kişiler olacaktı. Ayrıca arkamız sağlamdı, yanımızda çok güçlü, çevreleri olan insanlar vardı ve güçlü kişilerin paralarını da pek iyi yollardan kazandığı söylenemezdi. Belediye başkanı, işin zor durumda kalınca söylenecek kısmıydı.
"Taeyong-ah, uyuyor musun?"
Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Işık arkadan vurduğu için onu göremiyordum ama sesinden kim olduğunu anlamıştım. Yuta. Yanıma geldi, kapıyı kapattığı için artık tüm görüş alanım kapanmıştı. Eğildi ve oturdu.
"Hapse girersek düşüncesiyle korkmuş muydun?"
"Biraz."
Nefes verdi. Hapse girmekten mi korkmuştum, çıkamamaktan mı? Yoksa bir daha Goeun'ı görememekten mi?
//
ficlere yaptığım editleri paylaşmak için bi tiktok hesabı açtım, @damnochu yazarsanız çıkar maalesef haeshine alınmıştı... hatta ilk videom bu fic için oldu, taeyong ve goeun'ı görebilirsiniz editte ❤️
umarım takip edip beğenirsiniz teşekkürler 💜💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️ thief and cop | lee taeyong
FanfictionNAME | THIEF AND COP INTRO | "Adın?" diye sordum. Biraz düşündü. Yüzündeki alaylı ifade silinmiş gibiydi. Bakışlarını ayakkabılarına çevirmişti. "Lee Taeyong." dediğinde aynı anda birbirimize baktık. Ondan gözlerimi kaçırmadım. "Yaş?" "Yirmi bir." O...