final, 17 | bir gün iyi olacağız

122 14 5
                                    

Karakoldakilere görevleri dağıttıktan sonra kahverengi kapıyı açıp dışarı çıktım. Terfilerim gittikçe çoğalmıştı, Taeyong'u görmediğim için kendimi sadece işime vermiştim; belki onunla bir yerlerde karşılaşırım diye olmadığım kadar hırslı olmuştum. Böylece, sınıfa ilk girdiğim zaman bana trafik polisi görevini veren Siwon'un yerine ulaşıp amir olmuştum. Ailemi ve kendimi gururlandırmıştım. Yeni polis memurları gelmişti, onlara ve bana seslenişlerine alışmaya çalışıyordum.

Son ihbarla birilerini olay yerine yolladıktan sonra uzun ve kahverengi kabanımı alıp dışarı çıktım. Burnum soğuktan kızarmıştı, gözlerim yolda gelip geçen insanlarla takıldı. Gülümsedim nazikçe. Üşümeden kabanımı üzerime geçirdim ve Han Nehri'ne gitmeye karar verdim. Hava soğuktu ama nehir beni rahatlatıyordu. Geçen haftalarda çok ağlamıştım, Taeyong'un arkadaşlarıyla da görüşmüyordum. Her şey bana onu hatırlatıyordu. Havuç şeklindeki ses kayıt cihazını, Taeyong'un tekrarlanan sesini duymak için saklıyordum. Her oynatışımda burnum sızlıyor, boğazıma bir yumru düşüyordu.

Haftalar geçiyordu, onun tanıdığı kimseyi görmüyordum ve bu yüzden mezarına bile gidemiyordum. Yerini bilmiyordum çünkü. Bir tek onun için yapılan anıtı görmüştüm, çok güzel bir resmini koymuşları çerçeve içinde. Kaşlarım çatıldı yürürken, önümde kaldırım çıkıntısı olduğunu görmeden adımımı attım. Kalbimin ritmi saniyelik düzensizleşirken trafik lambasının direğine gitti elim. Yine dalgınlığım üzerimdeydi. Umarım karakoldakilere yanlış görevleri dağıtmamışımdır...

Boştaki elimle alnımı ovaladım. Bunu yapmamalıyım. Taeyong gitti ve buna alışmalıyım. Kolay değildi, fakat bu sadece bana zarar verecekti. Derin bir nefes aldım ve verdim; beyaz bir buğu çıktı dudaklarımdan, kıkırdadım. Bunu yapmayı severdim

Nehrin sessiz olan yerine geldiğimde, yere çömeldim ve sonunda basamaklara oturdum. Yolun kenarındaki bir kafedenaldığım kahvenin buharı yanaklarımla burnumu ısıtıyordu. Güzel ve huzurlu bir histi. Hâlâ kalbimdeki sızıyı geçirmese de, duygularımı dindirmese de, düşüncelerim sankinleşmişti.

Nehirdeki kişilere baktım, bazıları yavaş yavaş dolaşıyordu yanındaki çiftleri ile; bazıları ise tekti ve oturuyor veya yavaşça turluyordu. Oturduğum yere bakınca fark ettim. Burası, Tae'nin bana ailesi ile olan geçmişini anlattığı yerdi. Arka taraftaki açık alanda, ağacın yanında, Taeyong'un arkadaşlarından çaldığı araba vardı ve oradan bir battaniye getirip omuzlarıma bırakmıştı. Gülümsedim yine, hafif bir hüzün esiyordu gözlerimde.

Mavinin tonlarına bürünmüş yeryüzü, benim gibi zor zamanlar geçiriyordu anlaşılan. Oturduğum basamaktan kalktım etrafı inceledim. Biraz ileride taşlar vardı. Büyük ve dikdörtgen şeklinde taşlardan, küçücük çakıl taşlarına kadar bulunuyordu.

En alta büyük ve en üste kadar küçülen taş boyutlarını düzenleyerek, tam onun oturduğu ve başını omzuma yasladığı yere dizdim. Bu onun için, benden ona olan bir anıttı. Gwangju'dayken babam öğretmişti böyle dizmeyi taşları. Belki sonrasında yıkılacaktı, belki de insanlar bu taşlarda bir anlam yattığını düşünüp dokunmayacaktı. Elimdeki kahveden bir yudum aldım ve gülümsedim. Sadece bunu yapabiliyordum ve yaptığımda da aklıma sadece onunla olan anılarım geliyordu.

En üste gelecek küçük taşın olmadığını fark ettim. Tekrar aynı yerden bir çakıl taşı aldığımda, havuç kalemime benzediğini gördüm. Çok küçük ve şirindi. Onu da en üste yerleştirdiğimde, çok geçmeden hafif ve ılık bir rüzgar esti. Rüzgar bile denemeyecek kadar küçüktü ki bu bir yel olmalıydı. Kalemime benzeyen taşı uçurdu yerinden.

Gözlerimle en üstteki sivri taşın gittiği yeri takip ettiğimde, basamaklardan aşağı inip birinin ayaklarının dibinde bittiğini gördüm. Hemen aşağı inip çakıl taşını kavradım ve birkaç adım gerileyerek kimin yüzü olduğuna baktım. Midemden kalbime kadar yükselen kıpırtılar eşliğinde, nefes alış verişlerim zorlanıyordu. Derin nefesler aldım ve ifadelerimi saklamaya çalıştım.

✔️ thief and cop | lee taeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin