İki saatlik yolu yirmi dakikada koşmuştuk. Hayretler içindeydim, gerçi imkansız değildi: İkimiz de bebekliğimizden beridir koşu, nefes düzenleme eğitimleri alıyorduk. Korkumuz yüzünden de epey hızlanmıştık. Kuzey'de sorun olmasa da artık dayanamıyordum, ciğerlerim acıyordu, sanki göğüs kafesimden dışarı fırlayacaklardı. Yerimde başkası olsa beşinci dakikasında koşmayı bırakmıştı. Bense resmen ona meydan okuyordum, koşunun aksine yarış olarak görüyordum.
"Kuzey..." Yorgunluğum beni yere çekiyor, vücudum ona karşı direniyordu. "Yeter! Bu koşuşturma ne için? Kimseyi öldürmediğimi biliyorsun, seninleydim."
Kulenin girişine yaklaşmıştık. Sakince durdu, kollarını önünde birleştirdi. "Orası kesin Dwan." Beni inceliyordu. "Yalnızca ne kadar çabuk gidersek o kadar çok bilgi ediniriz. Ayrıca kulede seni bulamadıklarında öğrencilerin hepsini sorguya çekecekler. Dua edelim ki henüz seni aramaya başlamamış olsunlar."
Dediklerine hak veriyordum. "Umarım yakalanmazsı-"
"Umarım yakalanmayız." diye ben söylemeden düzeltmişti.
"Şimdi dinlenmemiz lazım, hemen ardından da görevlinin yanına gideriz. Aynı zamanlarda geçmeyelim, ben aranıyorsam sana zarar gelmesin." Ellerimi dizlerimin üstüne koydum. Alnımdan aşağı terler akıyordu, üstüm sırılsıklam kalmıştı. "Bizi sorgulayacak olurlarsa her şeyi bana bırak, hallederim."
Başını onaylar anlamda salladı, birkaç adım atıp yaklaştı. Yanılmıyorsam yardım etmeye karar vermiş, hemen ardından da vazgeçmişti. Vücudum zorlandığı için beden hareketlerini, yüz mimiklerini takip edemiyordum. Dolayısıyla psikolojik gerçekleri anlayamıyordum. Yaklaşık on dakikalık dinlenme anca nefesimi düzenlememe yeterdi, kalp atışlarımı düzenleyebilmem için yarım saate ihtiyacım vardı. Zamana sahip değilken mola vermek kötü fikirdi, dikleştim. Ağzımı kapatamıyordum, boğazımdan hırıltılar çıkıyordu.
Gözleri boynumdaki kolyeye takılmıştı. Kendime hakim olamadım, kolyeme baktım. Öz babamdan hediye olan fosil kolye, onlarca asır yaşındaydı. Nesli tükenmiş bir kaplana aitti. Tahminimce ön dişlerinden biriydi, öldüğü zaman henüz yavru olduğunu varsayıyordum. Ona sahip olmadan önce bakımları oldukça güzel yapılmıştı, kolay kolay zarar görmesi imkansızdı. Şu an da bile servet değerindeydi, satın alındığı dönem babam borca girmiş olmalıydı.
"N-ne oldu?" Yürümeye devam ettim, minik adımlarla da olsa ilerlemeliydik.
"Kolyen..." Duraksadı. "Sanki onu biliyorum." Sesi boğuktu. "Çocukluk anılarının ne kadarını hatırlıyorsun?"
Biliyordum... Hem de hepsini... Bu da ne demek oluyordu? Hakkımda bilgi kazanmaya çalıştığını umuyordum, biz özel yetenekliler aynı taktiği birbirimize karşı sürekli uygulardık. Çoğunlukla da istediğimiz bilgilere kolayca ulaşırdık. Önce biraz merak uyandırır, sonra kendimizi acındırırdık. Üçüncü hamle soğuk davranmaktı, karşıdaki kişiyi suçlu hissettirirdi. Böylece bildiklerini ağzından kaçırırdı.
"Dört yaşından hemen önce alınanlardan değilim." Gözlerinin içine odaklanmıştım, rahatsız edici olmaya çalışıyordum. Düşüncelerini kolyemden uzaklaştırmalıydı. "Ailem ajanmış, doğar doğmaz alınmışım." Ömrüm boyunca nefes almaktan çok yalan atmıştım, yüzüm dahi kızarmıyordu.
Yanıma yaklaştı, kolumu tuttu. "Sana yardım etmemi ister misin? Ya da dur... Seni taşıyayım." Tam hamle yapacaktı ki engel oldum. "Bu çok tuhaf oldu." Saçlarını düzeltti biraz utanarak. "Sadece ben... Off... Bilmiyorum..."Bakışlarını üzerime doğru çevirdi. "Müdür anlattı biliyorsun, herkes sırlarını saklıyor. Bazılarının birkaç adet sırrı var. Benim sakladığım sırrım kardeşimin olması. Kim olduğunu bilmiyorum, yalnızca puan kazanmak için arıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Operasyon KAÇ +18
Teen FictionKaderlerimizi belirleyecek olan bu sınav bizleri öldürmek veya öldürmemizi sağlamak için vardı. Eğer başarırsak birer asker, terörist veya uzman olacaktık. Hükumetimizin bize verdiği bu sınavı başarıyla geçmek elimizdeki son şanstı fakat kimse bizde...