Görev Tuhaf

128 37 83
                                    


İki gün sonraki görevim babamın yanındaydı, Asker takımının verdiği bir görevdi. Yani Asker üssündeydim. Merdivenlerin başına oturmuş öylece aşağıdakileri izliyordum. Herkes koşuşturuyor, ellerindeki evrakları bir an olsun bırakmıyordu. Boş kalan bir bilgisayar varsa anında kapılıyordu, bazı kişiler bu durum yüzünden kavga etmekle meşguldü. Evrak işleriyle ilgilenmeyenlerse üniformalarını tamamen giymişti, güvenlikten sorumluydular. Genel olarak burası bir film stüdyosunu andırıyordu. Kim varsa oldukça yoğundu, panik halindeydi. 

Masalar oldukça sıkışık dizayn edilmişti, ofisin neredeyse her yerinde kocaman pencereler vardı. Böylece günışığı içeri rahatça giriyor, güzelce aydınlatıyordu. Kullanılan renkler bile çalışanların boğulmasına yeterdi, fıstığa benzeyen yeşil duvarlar iğrenç gözüküyordu. Sanki kırk yıl önce boyanmış, hiçbir izin üstünden tekrar geçilmemişti. Klimadan tıkırtı sesleri geliyordu, yere su damlattığı için hemen altına kova bırakılmıştı. Tamir etmek için gelenler eşyaları ortalık yere bırakıp gitmişti, diğer çalışanlar ise yoğunluktan dolayı olup bitenleri fark etmiyordu. 

Başlarında babam olunca pek de şaşılacak bir görüntü değildi. Başımı parmaklıklara yasladım. Yaklaşık olarak yarım saattir buradaydım. Dışarıdaki kar yağışını düşünecek olursak içerisi epey sıcaktı, halimden memnundum. Kuleden uzaklaşmak kafamı dağıtmama yardımcı olabilirdi. Son oyunda kaybettiğimiz kişileri düşünmemekte kararlıydım, moralimi bozduğum an da kaybederdim. Aklıma Kuzey geldiğindeyse hemen telefonumdaki oyunlardan birini açıyordum, en zor leveli girip kazanmaya çalışıyordum. Bunu ne sıklıkla mı yapmıştım? Asla geçemeyeceğime emin olduğum otuz iki leveli geçecek kadar. 

Eğer oyun oynamaktan sıkıldıysam yemek yiyordum, yeme eylemi rahatlatıyordu. Kısacası kendimden başka kimseyi düşünmemeye çalışıyordum, zor da olsa bir süre sonra alışacaktım. Alışkanlık haline getirilmeye çalışılan her şey ilk başta kolay olmazdı, insan zamanla alışırdı. Cebimden telefonumu çıkardım, yeni bir oyun yüklemiştim. Zorluk ayarlarından çok zoru seçtim. Aslında yeni demek de doğru olmazdı, sabah yüklemiştim. Şimdiden on yedinci levele gelmiştim.

Uygulamadan çıktığımda ilk yaptığım oyunu silmekti, daha zorunu bulmalıydım. Tamam, zihnimi dağıtmak için oyun oynuyordum ama bu denli de kolay olmamalıydı. Resmen beş yaşındaki çocukların geçmesi için yapılmıştı. Yemek yemeli miydim? Daha yarım saat önce hamburger yemiştim, karnım tıka basa doluydu. Telefonumu yanıma koydum, yine insanları izlemeye koyulmuştum.

Tam o esna da biri telefonuma basıp ekranını kırdı, çıkan cızırtılar eşliğine sakince kafamı kaldırıp o kişiye baktım. "Efendim baba?" Ayağının altından kırık telefonumu çektim, artık maaşımla yenisini almak zorundaydım. 

Ayağının altında kalan parçaları da bana doğru itekledi. "Şunları temizleyip peşime takıl." Yüzüme dahi bakmamıştı, upuzun siyah deri ceketi merdivenden aşağı indikçe yeri süpürüyordu. 

Kalan parçaları da çöpe attım. Gerçi neden toplamıştım ki? Kullanılmaz haldeydi. "Nasıl istersen."

Genelde Asker üssünde görev aldıysam hiçbir şey yapmadan bütün gün boyunca oturur, arada çalışanlara yardım ederdim. Bazen de babam beni sorguya çeker, yakın civarda görev verirdi. Sorduklarıysa klasik şeylerdi: Öğrendiğim yeni bilgiler, arkadaşlarımın özel güçleri, başkalarının durumları örnek verilebilirdi. Görevlerimse basitti, aslında kolay görevler almıyordum. Yalnızca  çok kolay geliyorlardı, alışmıştım. 

Odasına doğru gidiyorduk, koridordaki insanlara çarpmamak için ekstra özen göstermem gerekiyordu. Üzerime beyaz çizgili siyah bir panço giymiştim, ellerimi cebime soktum. Parmaklarımı üşümeseler dahi sıcak tutmalıydım, iyi hissettiriyordu. Sıradan bir konuşma yapacakmışız gibi durmuyordu, neden durduk yere telefonuma bassındı ki? Kesinlikle daha önce yaşananları tartışacaktık. 

Operasyon KAÇ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin