"Ah İstanbul.. Aziz İstanbul; rüyalarıma renk, şiirlerime konu olan İstanbul..."
Şu satırları yazıp kapattım defterimi. İstanbul baskılı bu defteri çok uzun zamandır saklıyordum. İstanbul'da dolduracaktım o satırları. İstanbul koksun istiyordum defterim. Eline alan İstanbul'u hissetsin istiyordum.
Derin birkaç nefesle ciğerlerimi doldurduktan sonra aşağı indim. Annem boş salonumuzda oturmuş öylece etrafa bakıyordu. Onun için bu evin ne demek olduğunu anlatmak ve dahi anlamak o kadar zordu ki... 18 yaşından beri bu evdeydi. Türkiye'den gelin gelmişti bu eve. Dilini, yolunu bilmediği bir ülkede sığınağı olmuştu bu ev. Söylediğine göre aylarca çıkmamıştı evden. "Rabbimin bana en güzel armağanları," diye seslendiği üç çocuğunu bu evde büyütmüştü. Ablamı bu evde gelin etmişti. Ağabeyimi bu evde üniversiteye yollamıştı peşinden ağlaya ağlaya.
Bu ev annem için birçok şey demekti. Benim için de öyleydi elbet. Ablamın sokakta bulup eve getirdiği yavru kedimiz Zeze'nin peşinden koşarken merdivenlerden yuvarlanıp bacağımı kırdığımı unutmamıştım. Ağabeyimin benim için aldığı çocuk havuzuna balıklama atlayacağım derken başımı yardığımı unutmamıştım. Parmağımı dolabın arasına sıkıştırıp 2 hafta davul gibi bir elle dolaştığımı unutmamıştım. Babam eve geldiğinde sarılmak için koşarken düşüp dudağıma üç dikiş attırdığımı da unutmamıştım. Bu eve dair hiçbir şeyi unutmamıştım elbet.
Ama İstanbul, İstanbul'du işte. Oraya gideceğim zaman, her şeyin yoluna gireceğini biliyordum. Elbette buraya dair bir özlemim olacaktı hep içerilerde bir yerlerde. Ama İstanbul'la karşılaştırdığım zaman, bu hiç bile olamayacaktı, biliyordum.
Boş boş dikildiğimi nihayet fark edince anneme doğru gittim ve yanına oturdum.
"Neyin var validem?"
"Neyim olsun be kızım. Ne bileyim.. Zor geliyor birkaç saat sonra bu evi böylece bırakacak olmak. Senelerim burada geçti benim. Ah şu duvarların dili olsa da anlatsa bir..."
Babam bu evi satmayı teklif ettiğinde annemin verdiği tepkisini hatrıma getirince, bir an için onu nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Ben derin bir nefes aldım. Hemen ardından o da derin bir nefes alıp seslice verdi. Onun nefes alışında hüzün vardı; benimkinde kırıklık. Nasıl bulacaktık orta noktayı...
"Annem, canım, validem... Geliriz buralara hep. Ablam burada zaten. O bizsiz durabilir mi? Gidip geleceksin sürekli. Bu eve de her geldiğinde ufak ufak bir şeyler alırsın, eskisi gibi olur. Hatta arada ablamla gelir, burada kalırız. Olmaz mı?"
Bir süre tepki bekledim ama annemden ses gelmedi. Sanırım konuşma sırası hala bendeydi.
"Validem... Ezanların kulağımızı, camilerin gönlümüzü dolduracağı diyarlara gidiyoruz. Memleketimizin kokusuyla dolduracağız ciğerlerimizi. İstanbul'a değil, İslâmbol'a gidiyoruz. İnan bana, tek bir soluk yetecek bütün bu özlemi bastırmaya. Attığın ilk adımda, "İyi ki gelmişiz!" diyeceksin. Haydi, kalk Meryem ablalara gidelim. Feride aradı biraz önce. Gitmeden son kez karşılıklı bir kahve içelim diyormuş Meryem abla. Ben üstümü giyinmeye gidiyorum. Tamam mı?"
"Tamam, tamam. Ben de giyineyim bari. Hee, Seza! Kızım uçakta giyeceğin kıyafetlerini giy. Bu üstündekileri de valizine koy, bir daha açmayalım e mi?"
"Tamam anneciğim." deyip yukarı odama çıktım. Üstümdeki mor elbisemi çıkarıp gri gömleğimi ve siyah eteğimi geçirdim üstüme. Gömleğimi eteğimin içine sokuverdim. Üstüme dünden ütülediğim feracemi giydim. Örtümü de bağladıktan sonra hazırdım. Elbisemi valizimin içine tıkıp aşağı indim. Annem çoktan hazırlanmıştı bile. Annem hep böyleydi, hızlıydı işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hissikablelvuku
Tâm linh"Tozlu rafların arasında unutulmuş kitapların satırlarında geçen kelimelere aşığım ben. O kelimelerin masumiyetine aşığım; hissettirdiklerine aşığım. Sıradan bir adamı şair yapan, aşık yapan kelimelere aşığım. O kadar.." Bütün sınıf şaşkınlıkla ban...