5 ay sonra;
"Ah! Çekilsene ya şuradan! İşim gücüm var benim. Uğraşma benimle!"
Kitapları sırasıyla gözüme güzel gelecek şekilde yerleştirmeye çalışırken yanımda durup beni izleyen Samet'i görmezden gelmeye çalışıyordum.
Elimdeki kitabı rafa yerleştirip ani bir hareketle yan tarafımdaki Samet'e döndüm,
"Ne bakıyorsun? Gitsene şu tarafa ya! İşime engel oluyorsun. Vallahi İshak Amca'ya şikayet edeceğim seni!"
Bütün cırlamalarıma rağmen Samet sadece gülümsüyordu. Uyuz ya! Ön taraftan İshak Amca'yla beraber içeri giren abim bir bana bir Samet'e baktı,
"Siz yine mi birbirinizle atışıyorsunuz? Haydi Seza manyak, sen niye buna uyup çocuk oluyorsun be oğlum?"
İkimizin bakışları da abimin üstüne yöneldi. Tabi bir farkla; Samet gülerek, bense somurtarak.
Abim her seferinde neden beni Samet'in yanında kötülüyordu ki? Ayıp ya, bir abi kardeşini bu kadar da yerden yere vurmaz.
Ya da ancak bu kadar yerden yere vurur diyelim biz ona.
"Ben? Manyak? Hahah. Siz iki kafadar benimle uğraşın bakalım. Yalnız ne demiş büyük büyük büyük büyük babalarımız? Son gülen iyi gülermiş."
Az önce sırıtan iki adam şimdi karşımda durmuş söylediklerime hunharca gülüyordu. Ben resmen bu ortamda takılmıyordum ya hu.
"Ben hayatımda hiç bu kadar ciddiye alınmadığım bir ortamda daha bulunmadım. Sizi kınamıyorum bile. Ben ön tarafa geçiyorum. Siz de burada ne yaparsanız yapın. Hıh."
Söylediğime cevap beklemeden kapıya yönelip yürümeye başladım. Tam kapının yanında durmuş gülen gözlerle bizi izleyen İshak Amca'yı görünce filmin sonunda ortalığı dağıtıp hiçbir şey olmamış gibi sahneyi terk eden oyuncu edasıyla, "Gidelim İshak Amca. Bu pis adamlar seni de bozacaklar vallahi korkuyorum," dedim somurtarak.
Söylediğime haftalardır hayatımın %70'ini beraber geçirdiğim 3 adam da kahkahalar ata ata güldüler. Gözlerimi kısıp en kötü bakışlarımı bir bir üstlerinde dolaştırınca etrafı adeta bir ölüm sessizliği kapladı. İşte böyle adam olun. Karşınızda Seza var. Heheyt be! Ne sandınız siz beni?! diyemedim tabi. Ancak içten içten atar gider yaptım.
Sonra hiçbir şey olmamış gibi arkamı dönüp ön tarafa geçtim. Ön taraf arkaya göre çok daha derli topluydu.
İshak Amca'nın kitapçısı taşınınca biz de yardım etmek durumunda kalmıştık haliyle. Kitapçının olduğu 80 yıllık tarihi binayı restore adı altında mahvedeceklerini öğrenince eli mahkum dükkanı taşımıştı İshak Amca. Ama eski dükkanı ve o tarih kokan binayı hatırladıkça gözlerinden özlem ve hüzün dolu bulutlar geçmiyor değildi. Gerçi bu iş bizim yararımıza olmuştu çünkü artık İshak Amca'nın dükkanı bizim eve daha yakındı. Yani neredeyse bütün boş vakitlerimde buradaydım. Zaten malum olaydan sonra oldukça boş vaktim vardı. Neyse, o konuya girmek yok.
Dolan gözlerimi yok sayıp içeri giren bayan müşteriye gülümsedim.
"Hoşgeldiniz."
Kadın hayranlıkla raflardaki kitapları süzerken bir yandan da bana cevap verdi,
"Hoşbuldum. Vay canına, buranın sahibi sen olamazsın değil mi? Buradaki kitapların basım tarihlerine bakıyorum da, hepsi senin yaşının en az 2 3 katı öncesinden.. İnanılmaz!"
"Mirasçısı diyelim. Hoşgeldin hanım kızım."
İshak Amca arkadan benim yerime cevap verince gülümseyerek onu onayladım. Resmen canım amcam ya!
Kadın elinde kitaplar biriktire biriktire rafları dolaşırken bana bakıp sevimli bir şekilde, "Çok şanslısın! Böyle bir şeyin mirasçısı olmak için neler verirdim, bilemezsin!" Dedi.
"Bu konuda ben de çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bir sürü eski ve mükemmel kitaptan daha büyük bir zenginlik düşünemiyorum zaten!"
Kadın bana cevap vermediyse de bunu anlayışla karşıladım. Buraya ilk defa giren her kitapsever kendini içeride kaybederdi. Bu kitaplardan ziyade ortamın atmosferiyle ilgiliydi bence. Ya da direkt İshak Amca'yla ilgiliydi. Bilmiyorum. Son ihtimal daha olası gibiydi.
Kadın ondan fazla kitabı arkasında öylece durduğum bankonun üstüne bırakınca derin bir nefes çektim içime.
"Vay canına! Çok güzel kitaplar seçmişsiniz. Eminim okurken çok keyif alacaksınız!"
Karşımdaki kadın mavi gözlerini kısarak gülümsedi ve kitaplara aşkla bakarken bana cevap verdi,
"Gerçekten inanamadım. Resmen 3.basım yani bu! Ben herseyin eskisini seven bir insanım. Kitaplarımın da hep eski basımlarını bulmak için uğraşırdım ama çoğu zaman başarılı olamazdım. Burası benim için yalancı cennet neredeyse!"
İshak Amca kitapların ücretini hesaplayıp söylediğinde kadın ikinci şokunu yaşadı sanırım.
Bir 10 defa kadar falan, Emin misiniz? Doğru hesapladınız mı? dedi. İshak Amca asla bir kitabı pahalıya satmazdı. Onu yıllardır tanıyordum. O böyle bir adam değildi. Kadın 11-12 kitaba 60 lira ödemenin mutluluğuyla çıktı dükkandan. Kadın çıktığı gibi samet ve abim çıktı arkadan.
"Haydi biz gidelim artık Seza. Benim işlerim var, seni de eve bırakayım. Hava kararır birazdan."
Abimi ikiletmedim. Kafamı aşağı yukarı sallayıp içeri geçtim. Kenardaki taburenin üstüne dikkatlice koyduğum çantamı ve omuzlarıma attığım şalımı alıp çıktım.
"Ben hazırım!"
Abim, Samet ve İshak Amca oturmuş başka bir konudan bahsediyorlardı. Ben yanlarına gidince susmalarından benim hakkımda konuştuklarını anladım. Ama üstelemedim. Muhtemelen malum olay hakkında konuşuyorlardı. Benimse artık onu konuşacak mecâlim kalmamıştı. Olaydan sonra kendime gelmem 4 ay almıştı zaten. Tekrar tekrar konuşup psikolojimi bozmak istemiyordum.
Anladığımı fark edince abim ayaklandı. "Sezam... Biz şey hakkında konuşuyorduk."
"Abi. Lütfen. Ne hakkında konuştuğunuzu sormayacağım. Ama bunu artık konuşmasanız? En azından benim basabileceğim yerlerde? Çünkü hepimiz anlamamışım gibi davransak da ne hakkında konuştuğunuzu anlıyorum. Salak değilim."
Abimin lafını kesmiş olmaktan bile çekinmeden söylemiştim bunları. Sonra da hiçbirinin yüzüne bakmadan kendimi açık kapıdan dışarı attım.
Bu olay hakkında konuşulmasına gerek yoktu. Aklıma gelmesi bile boğazımdaki, vücudumdaki elleri tekrar hissetmeme sebep oluyordu. Saniyeliğine aklımdan geçmesi bile günlerce gitmek bilmeyen kabuslar getiriyordu peşinde. Hayatımın son 4 ayı zehir olmuştu. Sırf akıl sağlığımı koruyabilmek için annemler beni Almanya'ya ablamın yanına yollamışlardı. Eniştem benim yüzümden 2 hafta annesinde kalmış, biz evde rahat olalım diye KENDİ evine gelmemişti. Hayatımın en kötü günleriydi. Daha yeni yeni atlatıyordum. Ya da atlatmaya çalışıyordum. En azından artık halusinasyonlar yoktu. Annemi, babamı, abimi ya da olayla alakası olmayan herhangi birini olayın içinden biri gibi görmüyordum. İnsanlarla konuşabilmeye, dışarı çıkabilmeye başlamıştım.
Bunlar 4-5 ay önceki halime göre çok çok iyi hallerimdi. Hala bazı sorunlar vardı tabi. Akşamları evde tek kalamıyordum mesela. Asla dışarı tek başıma çıkamıyordum. Annem bile olsa biri aniden koluma, elime dokununca kilitlenip kalıyordum. Bir de aniden bayılmalar başlamıştı. Çok sık olmuyordu ama yine de oluyordu işte. Doktorlar, "Psikolojik," diyorlardı. Ağır travmalardan sonra bayılma bir etki olarak kalabiliyormuş, zamanla geçermiş falan fistan.
Esen rüzgara aldırmadan derin bir nefes aldım. Bütün bu düşünceleri atmak istiyordum aklımdan. Ama tam unuttum dediğim an birileri isteyerek ya da istemeyerek hatırlatıyordu. Ve işte tam o an, herşeyin boşa gittiğini ve en başa döndüğümü hissediyordum. Bu çaresizlik beni içten içe yiyip bitiren şeydi.
Abim arkadan, "Özür dilerim, iyi misin?" Deyip kolunu omzuma atınca yanaklarımı şişire şişire bir nefes verdim dışarıya.
"İyiyim. Birşey yok. Artık eve gitsek mi?"
"Tamam, nasıl istersen.."
Kolunu omzumdan çekince arkamı dönüp kapıda hüzünlü hüzünlü bana bakan İshak Amca'ya, "Yarın görüşürüz.. Allah'a emanet ol," deyip el salladım.
O da başıyla karşılık verdi. Kıpır kıpır dudaklarından arkamdan dua okuduğunu anlayabiliyordum. Duaya o kadar ihtiyacım vardı ki.. O hareket eden dudakları görmek bile içimi ferahlatmaya yetiyordu.
Arabaya bindiğimiz gibi abimle Samet tamamen ilgim dışında bir konu hakkında konuşmaya başladılar. İkisi de hatalarını biliyorlardı. Sanırım bu yüzden benimle konuşmaya çalışmamışlardı bile. Ben de benimle konuşsunlar diye üstelememiştim. Kafamı cama yaslayıp dışarıyı seyretmeyi onlarla sohbet etmeye tercih ettim. Sokakta dolaşan bir sürü insan. Kimisi gülüyor, kimisinin suratı asık. Hepsinin ayrı ayrı imtihanı var. Hepsi başka bir sıkıntı çekiyor. İmtihan dünyası işte. Unutma Seza, bu da senin imtihanın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hissikablelvuku
Spiritual"Tozlu rafların arasında unutulmuş kitapların satırlarında geçen kelimelere aşığım ben. O kelimelerin masumiyetine aşığım; hissettirdiklerine aşığım. Sıradan bir adamı şair yapan, aşık yapan kelimelere aşığım. O kadar.." Bütün sınıf şaşkınlıkla ban...