"Bırak beni sende be! Ne yapıyorsun?"
Sesim sinirden ve adrenalinden olsa gerek inanılmaz sert çıkmıştı.
Gözlerini devirerek, "Ben de sana dokunmaya pek meraklı değildim!" dedi. Bana gözlerini mi devirmişti o? Allah'ım!
Kolumun sıkı sıkı tuttuğundan karıncalanan yerini ovarken, "Karışmasaydın o zaman?!" dedim. Bir derin nefes alıp devam ettim,
"Sahi sen kimsin de bana karışıyorsun?!"
"Sen Emin'in kardeşi değil misin?"
He? Nereden tanıyordu bu şimdi abimi?
"Sen nereden tanıyorsun abimi?"
"Aynı okulda okuduk. Bekle burada." deyip cevap vermeme fırsat vermeden yanımdan uzaklaştı. İyi de nasıl? Abimle aynı okuld okuduysa burada ne işi vardı? Hem neden beklememi söylemişti? Niye bekleyecektim ki?! Of, aklımda bu kadar soru varken nereye kaybolmuştu bu adam?
Salak gibi sokağın ortasında ayakta dikildiğimi fark edince kenarda gözüme ilişen banka doğru yürümeye başladım. Kendimi banka attığımada tekrar kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Elinde telefonu ve bir suyla bana doğru yürürken Bay Sakal'ı inceleme fırsatı buldum. Sakalları dışında gayet sıradandı. Fakat o sakalları! Onu 250 metre geriden tanıtırdı bu sakallar. Uzun ve bakımlıydılar. Kahverengi, gür sakalları yüzüne korkutucu bir hava katıyordu. Evet, deli cesaretiyle ona da çemkirmiş olabilirim ama an itibariyle ondan çekiniyordum.
Yanıma gelip tam karşımda durdu. Ah, tam yüzüme vuran güneşe karşı gölge görevi görmüştü resmen. Hep öyle dur, lütfen kıpırdama Bay Sakal!
"Abinle konuştum. Seni eve bırakmamı istedi. Haydi yürü?!" dediğinde bütün büyü bozulmuştu. Sen konuşmasana, sadece gölgelik olarak takıl işte oralarda. Konuşunca uyuzlaşıyor ve çekilmez bir hal alıyorsun!
Kendimi zorlayarak banktan kalktığımda Bay Sakal'la yine dipdibeydik. Aynı bugün çarpıştığımız gibi. Iyk, kendimi hemen gerçi çektim.
"Nereden bileceğim ben senin gerçekten abimin arkadaşı olduğunu?!" derken en uyuz yüz ifademi takınmıştım. Gözlerini kısıp bana birkaç saniye şöyle baktıktan sonra, "Ara abini o zaman?" dedi dalga geçercesine kaşlarını kaldırıp sırıtırken.
Uzattığı telefonunu elimin tersiyle itip cebimden kendi telefonumu çıkardım.
Abim telefonu ikinci çalışta açtı.
"Seza?"
"Abi, şey, ben şey soracaktım..." dedim ama devamını getiremedim. Kendine bu kadar güvendiğine göre kesin abimin arkadaşıydı.
"Hee, Samet'i soracaksın değil mi? Aferin benim akıllı kardeşime, arayıp sormadan tamam deseydin oyacaktım seni akşam. Samet'i ben Amerika'dan tanıyorum. Seni eve bıraksın haydi."
"Ya abi acaba ben şey mi ya..."
Dııt dııt dııt.
Abim telefonu yüzüme kapattı. Şahane. Telefonu cebime koyup arkamı döndüğümde dik dik bana bakan bir çift gözle karşılaştım.
Kaşlarını kaldırıp, "Ee gidiyor muyuz?" dedi.
Yenilgiyi kabul edip beyaz bayrakları tepeye çektim.
"Araba nerede?"
Eliyle yolu işaret etti. Sessiz kalma hakkımı kullandım. Bay Sakal önde ben arkada ilerliyorduk. Giydiği bol pantolonu, yeşil gömleği, uzun boyuyla fena heybetli duruyordu geriden. İyi de nasıl tanıyordu bu beni? Abim asla benimle olan fotoğraflarını paylaşmazdı internette. Arkadaşlarına da göstermeyeceğini biliyordum. Peki nasıl tanıyordu beni? Eve mi gelmişti acaba? Eve gelmiş olsa tanırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hissikablelvuku
Spiritual"Tozlu rafların arasında unutulmuş kitapların satırlarında geçen kelimelere aşığım ben. O kelimelerin masumiyetine aşığım; hissettirdiklerine aşığım. Sıradan bir adamı şair yapan, aşık yapan kelimelere aşığım. O kadar.." Bütün sınıf şaşkınlıkla ban...