1: denizler, okyanuslar ya da nehirler

322 37 82
                                    

1: denizler, okyanuslar ya da nehirler

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

1: denizler, okyanuslar ya da nehirler

Havada sağanak yağmur vardı ama ben üşümüyordum. 

Midemde garip bir bulantı, başımda hafif bir sızı vardı ve sebebini bilmiyordum. Belki de arkadaşlarımın bana alkolsüz diye içirdikleri şampanyadan dolayıydı, emin değildim ama sadece garip hissediyordum. Altıncı his miydi yoksa öngörü mü, ya da kuruntu muydu? Sanırım bilmiyordum.

Elimdeki bardağı shotlayıp arkadaşlarıma döndüm ağır bir biçimde. "Yarın için bir planınız var mı?" Jaemin telefonuyla uğraşırken bana bakmadan başını sağa sola sallamıştı. "Hayır, yarın pazar olduğu için evde pinekleyeceğiz." Göz devirdim abartılı bir şekilde, arkadaşlarımın tek işi evde oturmaktı ve dışarı çıkma fikrini ortaya atan taraf hep ben olurdum. Benim sayemde o kocaman hamburgerleri yiyip obez olmuyorlardı, bana bir can borçları vardı eşek sıpalarının.

"Ne güzel, ben de oturup film izlerim." Homurdanarak konuştuğumda Chenle omuz silkip kırmızı deri koltuğa yaslanmıştı. Yine bu lanet velet (Chenle) kursu asıp yanımıza gelmişti ve annesinin kızacağını biliyordu, bizi öne atıyordu ve onu savunduğumuz için ceza almıyordu bile. Onun bana hem can hem de bir 'yakamı kurtarma' borcu vardı.

"Harbi geç olmuş." Jaemin sonunda telefonundan başını kaldırabildiğinde saatin yeni farkına varmıştı, onun ayaklanmasıyla beraber biz de ayaklandık. Biz dediğime bakmayın, az kişiydik. Donghyuck, Jaemin, ben ve Chenle. Onu önce kursa postalamalı ve biz de işimize bakmalıydık. Kafeden ayrılırken hesabı ödeyen yine ben oldum ve arkadaşlarımla yolun ortasında, cidden yolun ortasında vedalaşıp tek başıma eve ilerledim. Şemsiyem olmadığı için acele etmek zorundaydım ve koşarken sırılsıklam olmuştum bile. Yine de günümü evde geçirmek yerine dükkanda geçirecektim. Ayakkabılarımı zorlukla çıkarıp eve girdim, annem hala gelmemişti. Üzerimi değiştirdikten sonra bir bardak su içtim ve anahtarımı alıp kapıyı çektim. Yemek yememiştim ama şu şampanya denilen şey biraz da olsa midemi doldurmuştu.

Dışarıda tam bir sonbahar havası vardı. Böyle havalarda kainatın uykuya çekildiğini düşünürdüm. İhtiyacı olan suyu alır, uykuya çekilirdi belki de. Tabi, bence büyük aşklar da bu mevsimde başlardı. Yağmurun altında karşılaşırlardı belki. Çoğu dizi ve filmde böyle olurdu ama ben ne filmde ne de bir dizideydim. Ancak aptal bir kurguda olabilirdim.

Islanmamak için acele adımlarla ara sokakların birinden yürümeye karar verip kulaklıklarımı çıkardım. Rastgele bir şarkı çalarken ayaklarımla yerdeki sararmış yaprakların üzerine bastım, çıkan ses garip bir şekilde beni mutlu ediyordu. Ayağımdaki siyah botlarım beni yeterince sıcak tutuyordu ama omuzlarım üşüyordu, anlaşılan montumun önünü kapatmalıydım. Ve hâlâ şu garip bulantı geçmemişti, onun icabına sonra bakardım. Bir ağrı kesici içebilirdim mesela. 

Ayaklarımın altını kapının önündeki kırmızı paspasa sürttüm ve kapıyı iterek içeri girdim. "Selam." Kuzenim Mark'a selam verip tezgahın(?) arkasına geçtim.

salvatoreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin