3

1.1K 56 5
                                        

İftar sonrası tatlısı geldiiiiiiii!!!! Hepinize hayırlı ramazanlar efenim. Seviliyorsunuz. 

Keyifli okumalar :*)


Şirine'yi koltuğa resmen fırlatıp ayağa kalktım. Üstümdeki kazağı düzeltmeye çalışırken bir yandan da ritmi bozulan nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Resmen heyecanlanmıştım ayol.

Kapıya yönelip son kez derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Dağ bey, tüm ihtişamıyla kapımda dikiliyordu. Maşallah dağ da pek yakışıklı. Gözlerini bana hiç çevirmeden başımın üzerindeki bir noktaya sabitleyip boğazını temizledi. ''Biraz dinlenip bir han bulduktan sonra gideceğim hatun. Müsaaden varsa.''

Yüzüme bakmıyor oluşu sinirimi bozsa da yüzüme yapmacık bir gülücük yerleştirip kapının önünden kenara çekildim. Elimi salona doğru salladıktan sonra inadına gözlerimi yüzüne diktim. ''Ne demek? Müsaade sizin.''

Bedeninden buram buram yayılan gerginliği hissedebiliyordum. O kapıdan içeri adım atarken kendimi yine bir anda çok farklı bir hayal dünyasında buldum.

Dağ bey, yani kocam, bir elinde ekmek ve yoğurt poşetiyle; diğer elindeyse kocaman bir oyuncak bebek tutuyor. Eğilip alnıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra poşeti bana uzatıyor. Cilveyle kırıtıp elindeki poşeti alıp ceketini çıkarmasına yardım ediyorum. ''Hoş geldin kocacığııııım.'' diye şakırken dönüp bir de yanağımı öpüp diyor ki: ''Hoş buldum hatunum.'' Ben tam eriyerek parkeye cila olmak üzereyken salondan minik bir bebek fırlıyor ve 'baba' diye bağırarak Dağ'ın kollarına atlıyor.

''Hatun daha dikilecek misin öyle?''

Duyduğum sert sesle daldığım rüyalar aleminden koparıldığımda irkilerek iki adım ötemde dikilen adama baktım. Ne yapacağını bilemiyormuş gibi öylece etrafına bakınıyordu. Hemen kapıyı kapattım. Apartmana meze olmaya gerek yoktu şimdi.

''Salona geçebilirsin.''

Başını belli belirsiz sallayıp bana arkasını döndü ve bir adım attı. Gördüğüm manzarayla ufak bir çığlık kopardım. O da olduğu yerde durmuş şaşkınca bana bakıyordu. ''Ne diye bağırırsın hatun?''

''Ay ayakkabılarınla eve giremezsin!'' diye çığırdım. Başını çevirip yerdeki çamur izlerine baktı. Yüzüne mahcup bir ifade otururken bakışlarını yerden ayırmadı. ''Kusura kalma. Farkında değilim.''

Elimi havada sallayıp gülmeye çalışsam da içim kan ağlıyordu. Gitti güzelim kar beyazı peluş kilim. ''Sen ayakkabılarını çıkarıp içeri geç. Ben şuraları sileyim.''

Eğilip çizmelerini çıkardığını görünce arkamdaki dolaba dönüp ona uygun terlik bulmaya çalıştım. Evren için aldığım terlikler 43 numaraydı. Uymasını umut ederek kilimin temiz olan kısmına bıraktım. Terliklere küçük bir bakış attıktan sonra ayağına giydi. Topuklarının dışarda kaldığını görünce gülmemeye çalıştım. Boşuna dağ demiyoruz buna biz.

Bozuntuya vermeyip küçük ve gergin adımlarla salona doğru ilerledi. Ben de yerdeki kilimi toplayıp çamaşır makinasına attıktan sonra parkeye sıçrayan çamurları temizledim. İşim bittikten sonra salona girdim. Dağ Bey -şu adamın ismini sor artık- üçlü koltuğun en ucuna her an kaçıp gidebilecekmiş gibi eğreti bir şekilde ilişmişti. Etrafına garip garip bakışlar atmakla meşguldü.

Karşısında oturan Şirine ise arka patilerinin üzerinde oturmuş dikkatli bir şekilde adamı inceliyordu. Yabancılardan pek hoşlanmazdı hatta bazen saldırmaya kalktığı bile olurdu ama bu adamın karşısında sakince oturuşu beni şaşırtmıştı. Tabi bu fırtına öncesi sessizlik de olabilirdi, bilemezdik sonuçta.

Mutlu Günler SandalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin