"Tesadüf..."
Tepkisizce bakmayı sürdürdüm masmavi gözlerine. Yalnızca birer tesadüften ibaret olan tanışmamız, arkadaşlığımız ve belki de daha fazlası; benim için her daim çok anlam ifade etmişti. Öyle ki gerçek hayatta bir gün karşılaşabileceğimiz ihtimalini her zaman düşlemiş, keşke demiştim. Ama buna karşı umut beslememiştim hiç, böyle bir iyiliği hayattan bekleyemezdim bana kalırsa. Hakkım yoktu.
"İçeri gel," dedi oldukça soğukkanlı bir sesle. Karşısında şaşkınlıktan dili tutulmuş olan ben varken bu kadar sakin olmayı nasıl beceriyordu?
"Tamam," diyebildim yalnızca.
İçeri doğru bir adım attım ayakkabılarımı çıkardıktan sonra. Nerede olduğumu idrak etmeye çalışırken bir yandan zihnimde bir sürü düşünce dolaşıyordu, odaklandığım tek bir noktaya dalıp gitmiştim. Artık iyi olmadığımı hissediyordum.
"Ada, tamam," dedi şefkatli bir şekilde, ki zaten salonun ortasında öylece duran ve hiçbir tepki vermeyen benim sakinleştirici birkaç sözcüğe ihtiyacı varmış gibi gözüktüğüme emindim. Elini omzuma koydu ve gülümsedi, bununla birlikte yapmaktan kaçındığım şeyi yapıp onunla göz teması kurdum yeniden.
"İyi misin?" Biraz tereddüt etsem de başımı hafifçe salladım ama dolu dolu olmuş gözlerimin o da farkındaydı.
Beklentimin çok dışında bir şey yaparak beni kendine çekti ve kollarının arasına aldı. En başta ne yapacağımı bilemesem de ben de kollarımı ona sardım çekingence.
Kokusunu içime çektim ona çaktırmadan, bunu defalarca kez yapmıştım ancak bu sefer çok farklı hissettirmişti. Buradaydı, gerçekten de yanımdaydı... Ona sarılıyordum, onu hissediyordum ve rüyada olmamın verdiği soyutluk hissi de ortadan kalkmıştı.
Bir anda üzerime binen yükle gözümden bir damla yaş süzüldü. Neler olduğunu asla anlamış değildim ancak epey önemli olayların döndüğünü biliyordum. En azından gözümün önünde ağlayarak birbirleriyle vedalaşmaları ve bana tehlikelerden belki de biraz abartarak bahsetmeleri gözümü korkutmaya yetmişti. Beni en çok korkutan şeylerden birisi ise abartmıyor olmaları ihtimaliydi.
Ve tabi ki, şu an onun kollarının arasında olmam yükümü azaltıyor fakat üzerimdeki duygu yoğunluğunu kat be kat arttırıyordu.
"Korkma," dedi belli belirsiz tebessüm ederek. "Biliyorum, kolay değil ve sen sonuna kadar haklısın ama korkmamalısın. Ben yanındayım, tamam mı?"
Geldiğimden beri ilk kez gülümsedim hafifçe. Başımı salladım. Tüm bu karmaşanın içerisinde yanımda gerçekten değer verdiğim ve güvendiğim bir insan olmasının verdiği rahatlama hissi tüm bedenimi sarmıştı o bana sarıldığında. Elini kaldırdı, uzandı ve baş parmağıyla yanağımdaki diğer bir yaşı sildi.
Ah... Şunu yaptığında nasıl da içim gidiyordu.
Çocukluğumuzdan beri birbirimizin acılarını paylaşarak büyümüştük biz. Bazen konuşarak, çoğunluğunda ise tamamen sessizlik içinde... O benim karşımda sadece bir kez ağlamıştı ama nedenini hiçbir zaman anlatmamıştı, yanında olmak ve acısını paylaşmakla yetinmiştim. Ben ise onun karşısında defalarca kez göz yaşı dökmüştüm. Beni odasında ilk bulduğunda da ağlıyor olduğum da bir gerçekti.
"Gel," demesiyle dış kapının önünden ayrıldık ve zaten içinde bulunduğumuz salonun ortalarına doğru yürüdük. Bana koltuklardan birine oturmamı işaret ettiğinde sorgulamadan yaptım. "Bir şey ister misin?" Başımı iki yana salladım. "Bir şeye ihtiyacın var mı?"
"Ne olduğunu anlatmana ihtiyacım var." Geldiğimden beri ilk kez düzgün, eksiksiz bir cümle kurabiliyor; anca kendime geliyordum. İç çektikten sonra üçlü koltukta yanıma oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anyelta
Fantasy12, 17 ve 21. yüzyılda yaşamış olan bu 3 genç kız, yollarının bir şekilde kesişeceğinden tamamen habersizdi. Psikolojik tedavi görmek için İstanbul'un göbeğinden Ege kıyılarında küçük bir kasabaya taşınan Ada'nın kafasında çok fazla şey yoktu görece...