Özür dilerim... Umarım kitabı unutmamışsınızdır...
...
Kriz geçirmemi engellemeye çalışarak, belki de farkında olmadan gerçekten de bir kriz geçirerek odanın içinde dönüp durmamın otuzuncu dakikasıydı.
"Ne?" demiştim en başta kahkahalar eşliğinde. "Böyle bir şey olamaz, imkansız bu. Ben? Anyelta kraliçesi olmak?" Gülmemi durduramayarak başımı iki yana sallamıştım. "Eşek şakası herhalde bu."
İkinci aşamada, birinci aşamada kahkaha atmaktan gelen yaşlar gerçek bir ağlamaya dönüşmüştü. Nasıl olabilirdi bu? Neden böyle şeyler benim başıma geliyordu? Seçilmiş kişi miydim? Acı çekmesi için seçilmiş.
"Ne biçim iş bu ya!" diye bağırmıştım bir sonraki evrede. "Neymiş efendim, kraliçe olacakmışım. Bu insanların beceremediği işi yapıp krallığı kötü güçlerden kurtaracakmışım." Sinirle yere attığım kutuyu kırmış olma endişesiyle alıp, geri yatağa atmıştım. "Oldu! Siz kendiniz bir halt beceremeyin, sonra bütün sorumluluğu Anyelta'nın ne olduğunu birkaç hafta önce öğrenen 16 yaşında bir kıza yükleyin!"
Dördüncü aşamada ise biraz gözyaşlarım durulmuş, mantıklı düşünmeye başlamıştım ve bu sırada gözümden kaçan bir şeyi fark etmiştim yeniden okurken. Mektubun sonundaki isim, teyzeme aitti. 13 ya da 14 yaşında ölen, en azından bizim öldü bildiğimiz teyzem Armina Saka'ya.
Biraz düşündükten sonra açıklamasını buldum bu durumun. Teyzem en başından beri yaşıyordu, sadece Anyelta'ya gitmek için buradaki ailesini terk etmek zorunda kalmıştı. Annem Anyeltalı değildi, anneannem de öyle. Ama dedemin öyle olduğunu artık biliyordum ve bunun yanında teyzemin deyimiyle 'görüp görebileceğim en acımasız kral' olduğunu öğrenmiştim.
Kaner Saka ve Armina Saka dünyayı beraber terk etmiş, Anyelta'ya beraber gitmiş ve sonra bir şekilde orada her şeyi karıştırmış olmalılardı. O zamandan bugüne kadarlık süreçte ise Anyelta halkı sürekli güçlerini isteyen kralları tarafından işkencelere maruz kalmışlardı.
Bu, benim dinlediğim Anyelta tarihine hiç de benzemiyordu.
Kendimi yatağıma bırakıp resmen sinirle tepinmeye başladım. Artık ağladığım yoktu, sadece üzerime yüklenen tüm bu yükler yüzünden taşma noktasına gelmiştim ve şu anda da çocukça bir isyanda bulunuyordum.
Hiçbir şey yapmadan bir yarım saati de bu şekilde harcadıktan sonra artık bununla ilgili bir karara varmam gerektiğini fark etmemle yataktan kalktım. Kriz geçirme kısmı bitmişti, şimdi karşımda duranlarla olgunca yüzleşip rasyonel bir karar almam gerekiyordu.
Seçenekleri gözden geçirdim hızlıca. Bütün bunları görmezden gelme veya etrafımdaki herkese anlatıp ağlama lüksüm olmadığının farkındaydım, bir şekilde sorumluluğu üzerime almam gereken bir durumdaydım. Belki de sadece Ayaz'a anlatırdım, benden çok şey bildiği kesindi ve sonuna kadar güvenebilirdim ona. Gece de fena bir seçenek değildi, bu aralar karşılıklı dertleşme arkadaşım gibi bir hale gelmeye başlıyordu; ona da güvenirdim zaten ben.
İkisini de aramadım. Yataktan kalktım ve masamın üzerinde duran telefonumu alarak yıllardır bu dertlerimi dinleyen ve beni yargılamayan tek kişiyi arayarak telefonu kulağıma götürdüm. İkinci çalıştan sonra açtı.
"Alo? Arda?"
"Ada?" Ses tonumdan kendimi pek de iyi hissetmediğimi anlamıştı, her zaman anlardı. "Kızım, senin aradığını görünce kafamda bir sürü cıvık espri planlamıştım ama... İyi misin sen?"
"Yok," diye mırıldandım sesim gitgide incelip güçsüzleşirken. "Yani, iyiyim de... Ölmüyorum yani, fiziksel olarak da..."
"Lan, başlatma fizikseline," diyerek sözümü kesti. "İyi olmaman için illa bir yerlerinden kan fışkırıyor olması gerekmez, zihninden fışkıran düşünceler de yeterli olur bazen." Kurduğu cümleye gülümsemekten kendimi alamadım ama gözlerimi yaşlar doldurmaya başlıyordu yine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anyelta
Fantasy12, 17 ve 21. yüzyılda yaşamış olan bu 3 genç kız, yollarının bir şekilde kesişeceğinden tamamen habersizdi. Psikolojik tedavi görmek için İstanbul'un göbeğinden Ege kıyılarında küçük bir kasabaya taşınan Ada'nın kafasında çok fazla şey yoktu görece...