Ama sonraki gece, gördüm.
Söz konusu kişi ben olduğumda beni ölmek üzere olduğumla ilgili uyaran ya da başka olağanüstü gerçeklerle yüzleştiren rüyalardan uzun süre görmemek garip olurdu, o yüzden şaşırmadım. Yüzümü buruşturdum sadece. Yine bu manyaktan "etrafındaki herkes sana ihanet ediyor" naraları mı dinleyecektim şimdi? Çok fazla kez olmamıştı ama şimdiden alışmış ve nefret etmiştim.
Gözkapaklarımı aralayıp ışığın içeri dolmasına izin verdiğimde kamaşan gözlerimi kırpıştırdım. Ellerim ovuşturmak üzere gözlerime gittiği sırada yaşadığım farkındalıkla ayaklandım.
Burası o hiçbir şey göremediğim, hareket bile edemediğim yer değildi.
Burası benim konfor alanımdı.
Başımı Ayaz'ın dolabının hemen üstünde duvarda asılı olan saate çevirdim, üçü birkaç dakika geçmişti ancak. Kıkırdamamı içimde tutamayarak olduğum yerde birkaç kez zıpladım, sonra da sarı koltuğa attım kendimi. Buraya gelmeyeli yıllar oluyor gibi hissettirmişti.
Kapının açılmasıyla yerimde zıpladım bir an telaşlanarak. Giren kişinin Ayaz olduğunu görmemle derin bir nefes verdim. Daha önce hiç buradayken birine yakalanmaktan korkmamıştım ama şimdi Gece ve Çınar bizi görürse 2 yıl dillerinden düşmezdik.
"Ada," dedi bekliyormuş gibi. Elinde olduğunu yeni fark ettiğim tepsiyi çalışma masasına bırakıp bana döndü.
"Neden uyanıksın?" Öylesine sorduğum bir soru değildi, uzun zamandır rüyamda görüşmemiştik ve bu da onun hep bu saatlerde uyanık olduğu anlamında gelirdi. Zira ben hep uyuyordum.
"Şikayetçi misin?"
Ah, hayır. Kesinlikle değildim. "Son zamanlarda hep uyuyorsun sadece."
Hafifçe gülümsediğini görür gibi oldum.
"Seni okulda görüyorum zaten."
Şaşkınlığımı belli etmemeye çalıştım ama çok mümkün olması. Sırf ben geliyorum diye yıllardır uykusundan olduğunu iddia etmeyecekti, değil mi? Ama Ayaz zaten çok uyumazdı, gece sessizliğinde çalışmayı daha çok severdi.
Ya da uyur muydu? Bunlar sadece benim onun hakkındaki tahminlerimdi, gözlemlerimden yola çıkarak yaptığım. Sadece gözlemlerden, onunla konuşmuyorduk bile.
Onu hiç tanımadığımı fark ettiğimde hafif tebessümüm yüzümde dondu.
"Bir sorun mu var?" diye sordu çalışma masasının sandalyesine otururken. Sonra da sandalyeyi hafifçe iterek kendini bana yaklaştırdı.
"Hayır," dedim. Cidden yoktu. Birbirimizi tanımak için vaktimiz vardı, eğer bundan bahsediyorsa.
"Ada," dediğinde başımı kaldırıp gözlerinin içine kenetledim kendiminkileri. "Özlemişim." Kıkırdadım, kalbim de benzer bir eylemde bulundu ama onun yaptığı çok sağlıklı bir şeymiş gibi durmuyordu.
"Her gün görüyorsun beni," dedim tekrardan. "Okulda."
"Aynı şey değil." Gülümsedim bu sefer. Arkasını döndü, kendini tekrar tekerlekli döner sandalyeyle ittirerek masasına ulaştı. "Türk kahvesi ister misiniz, hanımefendi?"
Güldüm kahveyi alırken. "Ben gelecekmişim gibi yapmışsın."
"Çınar'ı yakaladım mutfakta kahve yaparken," dedi. "Bana da iki tane yap, biri orta şekerli olsun; dedim." Bir kahkaha patlattım.
"Bunu cidden garipsememiş olamaz ya," derken başımı iki yana salladım.
"Yok, 'psikopatımız nasıl isterse,' dedi; sonra bırakmış kahveleri." Çok, çok tatlıydılar. "Neyse, beğendin mi Çınar'ın el lezzetini?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anyelta
Fantasy12, 17 ve 21. yüzyılda yaşamış olan bu 3 genç kız, yollarının bir şekilde kesişeceğinden tamamen habersizdi. Psikolojik tedavi görmek için İstanbul'un göbeğinden Ege kıyılarında küçük bir kasabaya taşınan Ada'nın kafasında çok fazla şey yoktu görece...