Uzun bir aradan sonra herkese merhaba. Baharın başlangıcı ama kışın içimde tüm soğukluğu ile hüküm sürdüğü bir Mart ayından yazıyorum bu yazıyı. İçimde eskileri özleyen bu duygunun bitmediği bir durumla yazıyorum. Günlük hayat koşturmacasında kendimi dinlendiğimi bugün farkettim. Bugün biraz düşününce aslında ne kadar da yaşlandığımı fark ettim. Yaşadığımız olaylar, kayıplar hep bizi büyütüyor ve büyüttükçe de çocukluğumuzdan uzaklaşıyoruz. Kalbimizi sımsıkı sarmalayan o harf kümesini dilimize getirip zikredemiyoruz. İçimizde büyüyen yangınları hiçbir su söndüremiyor. Sanki yaşadığımız zorluklar bitmiyor. Hatırlıyorum da eskiden Babamla Ramazan ayında camiye gittiğim ve o kokladığım hava ile şimdiki hava arasında dağlar kadar fark var. Sadece bu da değil tabiki. Geçmişte olan ve şu an özlemle baktığım herşey şu an yok olup gitmiş sanki. Önceki sevincim bile yerini en derinliklere kadar hüzünle değişmiş. Çok mu büyüdüm ne? Küçükken babama baktığım zaman insanları çok güldürdüğü halde sanki gözlerinde hüznü görüp neden böyle diyen ben sanki şimdi aynı şeyi yaşıyor gibiyim. Büyürken hiç bana sorulmadı. Acaba büyümek istiyor muyum diye. Ama hayatın kuralı bu ya! Günümüzde de çevreme baktığımda; yaşıtlarım olsun benden küçükler-büyükler olsun, herkeste o olumsuzluk, karamsarlık ve bıkkınlık havasını seziyorum. Herkesin çok fazla derdi, sıkıntısı ve kederi olduğu ve bunu içinde saklamaya çalıştığını görebiliyorum. Ama yine de bu durum, içimdeki bu yorgunluğu dindiremiyor. Arada bir sorguluyorum kendimi. Ne zaman eskisi gibi içimde ilkbahar havaları olacak? Ne zaman içimde eskisi gibi o güzel çiçekler açacak ve renklerin her tonu var olacak? Sanırım sorumluluklar ne kadar fazla oluyorsa, dünyanın gerçekleri ile yüzleşmek o kadar fazla oluyor. Önceden dünyanın pembe rengi vardı hayatınızda. Sorumluluklarımızı yüklenen başka birileri vardı. Babamız, annemiz ve diğerleri. Ama şimdi... Biz sorumluluk aldıkça siyah rengi de görmeye başladık. Tabiki bir gün siyah renk ile tanışacağımızı biliyorduk lakin ani olunca bu durum, insanda belki de duygusal bir yıkıma yol açabiliyor. İşte ben de bu durumdayım. Ani bir kayıp olan babamı kaybetmenin üzerinden yaklaşık 320 gün geçti. Babamın var olmasının aslında benim hayatımın ne kadar iyi olmasında etkili olduğunu anladım. Tabiki onu kaybedince. Her ne kadar saklamaya, düşünmemeye ve hayat mücadelesinde direnmeye çalışsak da, aslında biliyorum ki duygusal anlamda ben güçlü biri değilim. İçimde büyüyen bu hüzün tohumlarını aslında yine ben besliyorum bunun da farkındayım. Ama bu hüzün tohumlarını nasıl yok edeceğimi de bilmeyen benim. Nereden bilebilirdim ki gözyaşlarımın okyanustan çok, lavlardan daha sıcak olacağını? İçimdeki sonbahar fırtınasının yerini ilkbaharın o hafif ama ruhu okşayan esintisine bırakacağı günü bekliyorum. Aklıma eski zamanlar geldikçe, babamla geçirdiğimiz vakitler geldikçe ne kadar da çok zaman geçirdiğimizi görebiliyorum. Keşke demeyi hiç sevmem ama keşke her insan gibi ben de babamın kıymetini daha fazla bilseydim. Keşkelerle zaman öldürmek de anlamsız bunu da biliyorum ama dedim ya! İnsanız ve aciz olduğumuzu görebiliyoruz. Ben ise gözümdeki yaşı bazen durdurabilsem de, kalbimin yaşını ne zaman durdurabilirim bilemiyorum. Şu an ise sadece bekliyorum. İçimdeki bu hüzün biter mi???
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayağa Kalk!
Paranormal"Keşkeler" ile "İyi kiler" in savaştığı şu Dünya'da, en azından bu kitabı okurken her hikayesinde ayrı bir Benliğinizin farkına varacak, doğru bildiğiniz yanlışlar ile yanlış bildiğiniz doğruları bizzat kendiniz keşfedeceksiniz. Aslında siz, kendini...