Bölüm 7

434 47 47
                                    

Tülin

"Yüksek yüksek tepelereee ev kurmasınlar,

Yüksek yüksek tepelereee ev kurmasınlar.

Aşrıı aşrııı memleketeee, kız vermesinleer..."

Gözümden dökülen damlaların ne yüksek tepelerle ne de aşrı memleketlerle alakası var; herkes öyle sanıyor, varsın öyle sansınlar. Böylesi hepimiz için daha kolay olduğundan düzeltmeye uğraşmıyorum.

"Annesinin bir tanesini hor görmesinler..."

Hor görmüyorlar, ama keşke diyor insan. Keşke hor görseler de, rahat rahat hesabını sorabilsem. Bu samimiyetsiz nezaketle, olması gerektiği kadar ilgiyle, içi boş sevgiyle; nereye kadar? Bir adım atması gerekiyorsa bir adım atıyor, bir cümle yetiyorsa asla kelime israf etmiyor son üç aydır Agah Dilmen.

Babasından gördüğü gibi, olması gerektiği gibi.

Biz birlikteyken asla sigara içmiyor, annemler çağırdıysa maç günü bile olsa itiraz etmiyor, arkadaşlarıyla kahvede buluşmuyor artık. Ama benim yanıma da gerekli değilse gelmiyor.

"Uçan da kuşlara malum olsun,"

Agah Dilmen beni sevmiyor.

*

Beğendim ben bu evi ama sen ne düşünüyorsun? Tutalım beğendiysen.

Bu koltuk takımı nasıl sence Agah, sevdin mi? Güzel.

Duvarları açık renk yapalım diyorum ama sen ne düşünürsün? Olur.

Beyaz eşyaları...? Annemle bakarsınız.

"Ay maşallah benim gelinime çok güzel olmuş, tü tü tü! Değil mi oğlum?"

"Maşallah."

Gözümden akmak isteyen damlayı yutkunarak geri göndermeye çalışıyorum. Şu süreçte en çok geliştirdiğim yeteneğim beni yarı yolda bırakmıyor Allah'tan. Uğultuları bastırıp göz yaşlarını geldiği hızla yerine yolluyoruz. Öğrencilerime de her zaman söylediğim gibi insan yeteri kadar pratik yaparsa isteyip de öğrenemeyeceği şey yoktur.

Agah'a, Ayfer anneye, kıpır kıpır dudaklarına bakılacak olursa nazar duası okuyan anneme, yaptıkları işe övgüler yağdıran kuaför çalışanlarına öğrenilmiş tebessümümle teşekkür ediyorum; Agah'ın düğünümüz şerefine süslenmiş arabasına biniyoruz. Düğünün bile... bir şerefi var.

Arabanın arkasında fısır fısır konuşan Aylin ve Pervin'e tutunarak dilime hakim oluyorum. Düğün günü müstakbel kocana yanar döner herifin teki olduğunu söyleyemezsin Tülin. Hele de bekar kız kardeşlerinin yanında, asla. Yakışık almaz, ablalığını bil.

Önce fotoğraf çekimi için stüdyoya gidiyoruz, biz poz verirken askerlik arkadaşı olmadığımızı yüzümüze vurmaktan çekinmiyor tonton fotoğrafçımız. Edi ile Büdü de oradan buldukları yüzle kikirdemeye başlıyor hemen, hal böyle olunca keşke o kadar kıymetim olsa beyefendi onlar rahat gelebilsin diye düğün günümüzü tam iki kez değiştirdik diyemiyorum tabi. Onun yerine aramızdaki mesafeyi kapatıyoruz karşılıklı, üç ay sonra Agah'ın kokusunu duyuyorum böylece. Hayır mı şer mi karar veremeden bu işi de bitiriyoruz.

Dur durak bilmeden salona vardığımızda bulduğum ilk sandalyede iki dakika oturup soluklanacak oluyorum, ama senin hangi mutluluğun uzun sürmüş de bu sürsün Tülin? Annemler bizi gördüğü gibi nikah saatine kadar beklememiz için arkadaki gelin-damat odasına tıkıştırıyorlar. Başta ana baba günü olan küçük oda, her nasılsa, herkesin bir anda çıkmasıyla ferahlayacağına daralıyor. Gelinliğin eteği, çiçeğim, yüzüğüm, tırnaklarım, parkeler, kapı, duvarlar... Agah hariç her yana bakıyorum ve hiç zor değil. O da bana bakmıyor çünkü, sinir bozucu bir senkronla aldığımız soluk sesleri açılan kapıyla bastırılıyor. Gelen her kimse boynuna atlamamak öyle zor ki, Allah tuttuğunu altın etsin.

Bir Lokma (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin