Başımı iki yana sallayıp arkama yaslanırken sandalye bacağı kadar boyuna bakmayıp masamızda teklifsiz söz sahibi olan turşuya bakıyorum. Karımla arama da aynı böyle ayarsız girmişti.
"Bana bir orange oralet, lütfen." Orange? Eh be Tülin, eh be kızım.
Onun ilgisi başka yerde ama, dönüp de ben ne yapıyorum demiyor hiç.
"Selamın Aleyk, Selamun Aleyke, baba nasıldı?" Derin bir nefes alırken tüm yanlışları düzeltmek niyetiyle doğruluyorum.
"Selamun Aleyküm, babacığım. Ayrıca Türkçe konuş gözünü seveyim, orange falan denmez kahvede. Portakal."
Birol bulmuş makarayı kaçırır mı?
"Karışma çocuğa kaptan. İki kültürleniyor insanlar sayesinde. Ve Aleyküm Selam Mete'm, hoş geldin. Nasılsın?"
"İyiyim Birol'um."
"Ulan, herife bak boyuna bakmadan Birol'um diyor bana. Gel buraya çabuk, Birol'un bir öpsün seni."
Mete hemen sandalyesinde dikleşip Birol'dan kaçıyor, eliyle dört yaparken ondaki gurur Çarşı'da yok.
"Olmaz ya, büyüyüm artık ben. Dört yaşıma geldim, di mi baba?"
Daha yaşından emin değilsin düdük diyemiyorsun baba olunca, onun yerine sana beklentiyle bakan gözlerine şükrediyorsun.
"Öyle, babam öyle. Kocaman adam oldun sen artık."
"Yaa gördün mü, Birol'um? Serdar amca, sende ne var ne yok?"
Birol da dünya üzerinde alınacak adam yokmuş gibi el kadar çocuğa alınıyor, "Ona amca diyorsun ama."
"Sus lan, diyecek tabi. Çocuk biliyor kim adam kim değil. İyilik sağlık amcasının bir tanesi, özlemişiz seni. Nerelerdeydin?"
Serdar amcası onu sorunca bilmiş bir bakış atıyor benden tarafa, sonra cevaplıyor. Aynı anası.
"Babam getirmiyor, Serdar amca. Ayağına bağcık oluyormuşum. Annem de orası Mete'ye göre değil diyor, halbuki Mete'ye göre. Bana göre değil mi? Bak oturuyorum sandalyeye, boyum yetiyor. Bağcık da değilim ben, erkeğim."
Serdar sırıtmasını zor bastırıp bizimkinin başının tepesine bir öpücük bırakıyor, "Tam sana göre aslan parçası, hep gel sen."
Birol da bu kez kaçacak yer bırakmamaya kararlı Mete'nin sandalyesini kendine doğru çekiyor. Tek yanağını işaret ederken pazarlığa oturuyor.
"Beni bir kere öpersen, oraletten sonra dondurma ısmarlarım sana."
Bir süre düşünüyor benimki sonra çok büyük şartını dile getiriyor, "Çilekli ama?"
"Anlaştık." Birol'un yanağına çilekli dondurma karşılığı sulu bir öpücük bırakıyor, büyük adam. Erkek. Kıyamıyorum, aynı soyadı taşıyoruz neticede.
"Öpme şu herifi babacığım, alırım ben sana neli dondurma istersen."
Hemen bana dönüyor, kocaman açtığı gözleriyle sanki evde aç bırakıyormuşuz gibi soruyor. "Gerçekten mi?"
Başımı sallıyorum sadece. Ama bu Mete'ye yetmiyor, eliyle yanağını gösteriyor.
"Öp istersen beni bir kere."
Birol ve Serdar hayvan gibi sesler çıkarmaya başlıyor bu teklif karşısında. Bunlardan biri kız babası, diğerinin karısı hamile ama babalığı geçtim daha insanlıktan nasiplenememiş hıyarlar. Mete'nin anlamaz bakışları dolanıyor üzerimizde, en son bende duruyor. Yeter da.
Eğilip oğlumun işaret ettiği yumuşacık yanağını öpüyorum. Evet, parmağında oynatıyor bu herif beni. Bu huyu da aynı anası. Madem maskara olduk tam olsun, diğer yanağına uzanmak için işaret beklemiyorum.
"Oh, bir de buradan öpelim."
Kıkırdayıp uzaklaşıyor, kıvır kıvır saçlarını sağa sola sallarken geri kalan tüm insanları hiçe saydığından emin oluyor. Şu gülümseme için canımı veririm eşek sıpası, sen de bunun öyle bir farkındasın ki. Çok geçmeden Yiğit elinde tepsiyle yanımıza gelince ortalık duruluyor nihayet. Büyük abi olduğu için kasım kasım kasılarak bir şeker attığım oraletini kendisi karıştırıp içiyor. İşler yolunda gözükünce ben de bir yudum çay alıp Serdar'a dönüyorum.
Göz kırpıp Mete'yi işaret ediyor hemen.
"Ne iş?"
"Tülin'in veli toplantısı var, oraya gitti. Biz de iki sap kalınca, dört olalım bari bir okey döneriz dedim."
"En son pişti vakasını unuttun galiba kaptan, yenge bu sefer evi bırak mahalleye sokmaz seni."
O gece oğluna kağıt oynattık diye evde kıyametleri koparan ay parçası ve sonra nasıl sakinleştiği aklıma gelince gülümsüyorum. Çok da kötü diyemeyiz bence, özellikle son kısmına.
"O zaman iki buçuk yaşındaydı, artık sır tutuyor benim oğlum. Değil mi Mete?"
Ona seslenince duyduğu kadarına hemen cevap veriyor.
"Ben Beşiktaş'ı tutuyorum ya baba, senin gibi." Bu çocuğun göbek bağını İnönü'ye gömerek hata mı ettik lan acaba? Biz Feyyaz diye niyet ettik ama gidişat Rıza.
Kahkahalarımız durulunca kaşlarını çatmış bana bakan Mete'yi fark ediyorum. Başına gelecekleri ezbere bilen bir baba olarak hemen açıklama yapıyorum. Sakın ağlama.
"Onu demiyorum babacığım, hani iki akşam önce biz seninle maç çıkışı kokoreç yedik. Sonra onu annene söylemedik, ikimizin arasında sır ya. Onu diyordum Serdar amcana. "
Hatırladıklarıyla yüzü aydınlanıyor, göğsü kabarıyor.
"Eveeet, hem de hiç söylemedim anneme. Sır çünkü. Bir tek Pervoş'a söyledim."
Ulan. Ulan Mete! Ben hariç herkes kahkahalarla gülüyor, Mete kaçıncıya kendisine gülününce artık kaldıramıyor. Ellerini bana uzatıp ağladı ağlayacak bir sesle konuşuyor. Bu sefer ben de ağlayacağım yemin olsun ya. Annenden saklanan teyzene söylenir mi be oğlum?
"Gülmesinler bana baba!"
Alıyorum kucağıma, yakında Tülin beni başkasından sebep güldürecekmiş gibi bir öpücük bırakıyorum saçlarının üzerine. Sırtını bana verince mızmızlanmayı bırakıp büyük bir güvenle bekliyor. Ne bok yerse yesin sağ olduğum müddetçe yapacağım şeyi yapıyorum. Feyyaz da olsa Rıza da olsa, evlat be.
"Gülmeyin lan benim oğluma! Söyleyin Yiğit'e getirsin okeyi. Mete'yle ben sizi yenince de böyle gülebilecek misiniz bakalım? Değil mi, ortak?" Önüne açtığım avcuma vurmadan önce bana döndürüyor başını, az önce doldurduğu gözleriyle pırıl pırıl gülümsüyor turşuspor.
"Ortak!
*
Selamun Aleyk!
Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımın üzerine...
Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Lokma (Tamamlandı)
Short StoryBi' limanken tanıdığımız Agah Dilmen'in, fırtınalar estirdiği zamanlarda geçen hikayesine hoş geldiniz. *Gül İmparatorluğu ile çok feci ilişiktir, Mete Dilmen'in hamuru bu adamdır sonuçta canım! ** http://open.spotify.com/user/31qkhp7klkplruaqei6whn...