"Sigaraya çıkıyorum, geliyor musun Agah?" Haddinden yakın gelen ses ve ağır parfüm kokusuyla rahatsız olsam da ifademi koruyorum yanıt verirken.
"Bıraktım ben, Canan Hanım."
"Sen, hadi canım?! Nereden esti?" Gittikçe inceliyor ses tonu, inceldikçe de küçük ELMAK dersinin hocasına benziyor Allah çarpsın. Vizede yaşadıklarım aklıma gelince İdil hocanın acısını da Canan'dan çıkarıyorum.
"Öyle icap etti."
Bu çıkış karşısında şaşırsa da bozuntuya vermiyor, ama başka bir şey söylemek için de yormuyor kendini. Sigara paketini, çakmağını ve tafrasını alıp balkona gidiyor.
"Lan bir saat önce sigara içtik ya beraber, ne ara bıraktın?" diyen Hüseyin'e bir açıklama yapmak gerekiyor haliyle. Önümde bekleyen testler kol gibi olduğu için ona bir kılıf bulamadan dümdüz gerçeği söylüyorum.
"Kafam götürmüyor Hüseyin, hiç susmuyor kadın. O yüzden Canan Hanım neyi sorarsa ben onu bıraktım kardeşim, peşin söylüyorum taksit taksit şaşırma. Hadi ben atölyeye kaçtım."
Bir yandan gülüyor bir yandan laf yetiştiriyor Hüso, "Alem adamsın, Agah."
Buruk bir gülümseme beliriyor yüzümde, arkamı dönmeden elimi kaldırıp cevaplıyorum sorulmamış sorusunu.
"Sen beni bir de yaşarken görecektin."
İki ucu da sivri bu bıçak ikimize birden saplanıyor. Onun boşluğuna geliyor nasılsa, rahat rahat gülüyor. Ben ağır yara alıyorum; buradan dönüş yok zaten, ben de gülüyorum. İkimiz de gülünce bu şaka sayılıyor, bozmuyorum.
Yürürken sabahtan beri dilime dolanan şarkıyı ıslıkla çaldığımı ancak yanıma katılıp sözleri marş gibi okuyan Yasin ile fark ediyorum.
"Güneşin doğuşu batışı farksız / Nasıl yaşanırsa yaşadım ben aşksız..."
Yasin ile üretimin girişinde yolları ayırıyoruz; o boyamaya geçiyor, ben bir aydır rüyalarımı bile esir alan montaj hattının başında alıyorum soluğu. İki gece önceki testlerde yalnızca yaratanın bilebileceği bir sebepten dolayı çalışmayı bırakmış motorlara odaklanınca vakit nasıl geçiyor anlamıyorum. Hüseyin'in yanıma geldiğinin ayırdına, ancak insafa gelip on birinci denemede çalışmaya başlayan motora sevinirken varıyorum. Bana kalsa buradaki işi bitirmeden çıkmam ama adamın evde bekleyenleri olduğundan kalanı yarına bırakmak istiyor. Dikkat çekmektense çıkmaya razı geliyorum. Evrakı küreği yukarı bırakıp, ceketleri üzerimize geçiriyoruz. Birlikte arabaya yürürken küçük oğlunun şimdiden kuvvetli sol ayağını anlatıyor.
Sarı'nın da solu sağlamdı.
*
Arabayı evin önüne park edip iniyorum. Ceketimin cebinden çıkardığım paketten bir dalı dudaklarımın arasına bırakıyorum. Ön kapıya veriyorum sırtımı, bir süre evin yanan ışıklarını seyrediyorum. Işıklar yetmiyor, çakmağı elimde döndürmeyi bırakıp tutuşturuyorum dalı. Derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime, ya dolmuyor ya boşalmıyor bu siktiğimin ciğerleri. Yetmiyor aldığım nefes.
Beşinci dalı söndürürken olacakla öleceğe çare yok diyip vitesi boşa alıyorum. Ezdiğim izmaritin üzerinden kaldırıyorum ayağımı, üşümüş ellerimi cebime sokup yönümü ters istikamete çeviriyorum. Harbiden çare yok. Sürüye sürüye kahveye götürüyorum bedenimi. Bu akşam da gözükmezsem kapıya bacaya dayanır bu herifler, bin ton tantana sonra. Annem olmasa iyi de, kadın zaten bir şey olsa da dertlensem diye tetikte bekliyor.
Kapıyı açıp kendimi dumana bulanmış ılık sıcaklığın içine atıyorum, aşinası olduğu kokuyla gevşiyor bedenim. Allah var, bir kere bile şaşırtmıyorlar. Her zamanki yere oturulmuş, çaylar çoktan yarılanmış. İş çıkışı ilk durak burası belli. Masaya teklifsiz otururken çay ocağının başındaki Yiğit'e sesleniyorum,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Lokma (Tamamlandı)
NouvellesBi' limanken tanıdığımız Agah Dilmen'in, fırtınalar estirdiği zamanlarda geçen hikayesine hoş geldiniz. *Gül İmparatorluğu ile çok feci ilişiktir, Mete Dilmen'in hamuru bu adamdır sonuçta canım! ** http://open.spotify.com/user/31qkhp7klkplruaqei6whn...