Hatırladığım son şey kılıcın üzerime doğru inişiydi sonrası sadece karanlıktı.. Gözlerimi açtığım da Karsgov'un kucağında yatıyordum, her yeri kan içinde derin bir uykuya dalmış gibiydi. Burada ne yaptığımız konusunda tek bir fikrim bile yoktu, en iyisi uyandığında ona sormaktı. Dudaklarım öyle kurumuştu ki neredeyse susuzluktan ölecek gibiydim, kim bilir kaç saattir baygın haldeydim. Zor da olsa kendimi toparlayıp yerimde doğrulmayı başarmıştım ama gördüğüm manzaranın hiçte iç açıcı olduğu söylenemezdi, sayısız yaratık cesedi etrafımızı sarmıştı, çoğu ya küle dönmüş yada kanlar içinde yerde yatıyordu. Bu durumun beni çokta etkilediği söylenemezdi, yavaş yavaş her şeye alışmaya başlamıştım sanırım. Sağ tarafıma baktığımda ufak bir çeşmeyi fark etmiştim, bir kaç yudumda olsa susuzluğumu giderme mi sağlayacaktı. Hızlı adımlarla labirent gibi olan yaratık cesetlerinin arasından geçerek çeşmenin yanına varmıştım. Köşelerinde çiçek ve yılan desenleri vardı, ortasında yarı kırık, tozla kaplanmış bir ayna duruyordu. Bir kaç yudum su içtikten sonra tozla kaplı aynayı silmeye karar vermiştim. Bir anlığına gördüğüm karşısında dona kaldım, bu gerçekten ben miydim? Saçlarım kül grisiydi, gözlerim ise yemyeşil parlıyordu. Hayal görüyor olamazdım sanırım, siyah saçlarımdan ve kırmızı gözlerimden eser yoktu. Kendimi toparladıktan sonra Karsgov'un yanına geri döndüm, o sırada gözlerini aralamış bana bakıyordu, biraz kuru bir ses ile mırıldanarak,"İyi olmana sevindim evlat.." diyebildi.
Aklımdaki soruları sormanın tam vaktiydi,
"Bana ne oldu?"
Konuşmakta zorlanıyor gibiydi, çantadan çıkardığı boş matarayı bana uzatarak kendine su getirmemi istedi, biraz su içtikten sonra sözlerine devam etti,
"Güç kalkanı kullanırken çok fazla enerji kaybettin evlat, seni asırlardır kullandığımız kutsal tapınağa iyileşmen için getirdim."
Nasıl burada uyandığım şimdi anlaşıyordu.
"Peki ya değişimler?"
"İyileşme sırasında mutasyon geçirdin, bu laneti etkisiz kılmanı ve bir kaç yetenek sahibi olmanı sağladı. Gözlerin ve saçların ise, anne ve babandan kalan son mirasın evlat..."
Üzgün ve buruk hissediyordum, ailemden kalan son şey bu muydu? Onları bir kez bile görememiştim, tek bildiğim onun bana anlattığı hikayeydi.
"Yetenek mi kazandım? Nasıl yani bende senin gibi ellerimden alevler mi çıkaracağım?"
Yorgun ve boğuk bir ses ile,
"Neden olmasın belki bir gün yapabilirsin." diyebildi. Elimi ne kadar ileri geri hareket ettirsem de henüz hiç bir şey olmuyordu, sanırım yanlış yapıyordum yada sanıldığı gibi bir güce sahip değildim.
" Ha ha! bir kaç kere daha dene, eminim bir kaç kıvılcım çıkaracaksın evlat! Artık gitme vaktimiz geldi." biraz aksayarak ve kılıca tutunarak ayağa kalkabilmişti.
Tapınağın çıkışına doğru ilerledik, Karsgov monolit işlemelerinin yerini değiştirerek tapınak girişini kapattı sonrasında Merkür'e binerek uzunca bir yolculuğa başlamıştık.
✓✓✓✓✓✓✓✓
Yaklaşık on gün sonra Mavi Güneş krallığının sınırlarına varmıştık, surlarının sınırları göz alamayacak kadar uzun görünüyordu. Surların etrafını nehir çevreliyor ve krallığa giriş için kullanılan devasa bir köprü göze çarpıyordu. Köprünün çevresin de bir çok köylü, satıcı ve asker vardı, bazı yerlerde sıra kavgası, kimi yerlerde kahkahalar, bazen de ağlama sesleri yükseliyordu, nereye baksam farklı bir olay vardı. Aslında ilk defa bu kadar insanı yan yana görüyordum. Karsgov köprüde sadece askerlerin geçebildiği girişe doğru ilerledi, askerlere selam verdikten sonra cebinden çıkardığı kral mührü olan belgeyi göstererek hızlıca geçmemizi sağlamıştı, kapıdan içeri doğru ilerlediğimizde şehir bütün ihtişamı ile ayaklarımızın altındaydı.
Etraf iki katlı ve tek katlı evler ile doluydu, şehrin sağ tarafında sonu görünmeyen bir pazar yeri uzanıyordu. Biz ise sol tarafa doğru saparak meydana doğru ilerledik, o gün meydanda bir çok insan toplanmıştı, ellerindeki kağıt parçalarını etrafa sallayarak delilercesine bağırıyorlardı.
"Mutantlara ölüm ,defolup gitsinler, onları şehrimizde istemiyoruz!" Kalabalığın söylediklerinden sadece bunları anlayabiliyordum. Biz yanlarından geçerken içlerinden biri,
"İşte orada!" diye bağırmaya başladı, sonrasında kalabalık ellerine ne gelirse bize fırlatmaya başlamıştı. Merkür ile yanlarından dört nala geçerek uzaklaştık, neyse ki hiç bir şey isabet ettirememişlerdi.
Yazar'dan
Karsgov buna anlam verememişti, yokluğunda bir kaç olay olduğundan emindi. ne de olsa kaleye gittiğinde ne olduğunu öğrenecekti. Kralın lonca için tahsis ettiği kaleye doğru yola devam ettiler. Küçük bir kaleydi ama neredeyse 30, 40 kişiye yetecek kadar büyüktü. Kapı girişinin önünde iki çaylak nöbet tutuyordu, bunlar Anton ve Danny'di, onu gördüklerinde korkudan ikisinin de ayakları bir birine dolaşmıştı, fazla sürmeden kendilerini toparlayarak kapıyı açtılar.
Kalenin içinde bir köşede samandan yapılma hedef tahtaları, bir köşede dövüş antrenmanı için bir alan vardı, ileride ise bir ahır yer alıyordu. Günlerden pazar olduğu için herkes izinliydi, her yer boş ve sakindi, kimisi ödül peşinde, kimisi de şehir içinde eğleniyordu, bazıları ise salonda birasını yudumluyordu.
Merkür'ü ahıra bağladıktan sonra Andrey'e etrafta ufak bir tur attırdı ardından büyük salona doğru ilerleyen merdivenlerden yukarı doğru çıktılar. Kapıdan içeri girdiklerinde, salonun sağ tarafında şöminenin önünde uzunca bir masanın etrafında bir kaç kişi toplanmış sohbet ediyordu. Bunlar en sıkı dostları, Michael, Hakan ve Robert'ti; çocukluğundan beri yanında olan insanlardı. Masanın yanına doğru ilerlediler, kısa bir sarılmanın ardından Andrey'e hepsini tanıttı.
Hakan gurubun içindeki en iyi kılıcı kullanan kişiydi, biraz kalıplı, kahverengi uzun saçlı, kirli sakallı ve ela gözlüydü. Andrey'e bakarak,
"En iyisinden kılıç eğitimi alacaksın çocuk, şanslısın!"
Robert ise naif ve sakin bir kişiydi, zayıf, sarı saçlı ve mavi gözlüydü, yaratıklar, iksirler ve daha bir çok konuda bilgi sahibiydi,
"Senin hocan olmak benim için bir onur evlat!" dedi ve gülümsedi.
Michael ise iri yarı, siyah kısa saçlı, kahverengi gözlü ve gür sakallıydı, kaşının hemen üstünden aşağı doğru inen bir yara izi vardı, Karsgov yokken her işe koşan kişiydi, her konuda az çok bilgisi vardı, genel olarak ortamı ve kişileri o yönetirdi.
Kısa bir sohbetten sonra Karsgov,
"Gel odanı göstereyim biraz uyumalısın, yarın senin için yorucu bir gün olacak."
Üst katta daha önce onun için hazırlattığı odaya onu yerleştirdi, küçük ve sade bir odaydı, bir yatak, yanında küçük bir komodin ve üzerinde bir gaz lambası vardı. Küçük demir parmaklıklı bir penceresi vardı, etrafı pek göremese de yeterince ışık alıyordu.
Sonrasında aşağıya geri döndü, neler döndüğünü anlamalıydı, Michael'e bakarak,
"Meydanda olanlarda neyin nesi?" Michael biraz duraksadıktan sonra,
"Bizim çocuklardan biri tavernada kavgaya karışmış, ortalık yangın yerine dönmüş, bir kaç ölü ve yaralılar var." derin bir nefes alarak sözlerine devam etti.
"Kasaba halkı çocuğu teslim etmemiz için baskı yapıyor ama ben karar vermek için seni bekledim.", Karsgov biraz iç çektikten sonra,
"Ben konuşurum." demekle yetindi.
Sonrasında uzun bir gece oldu çok fazla alkol alıp ve sohbet ettiler, uzun gecenin sonunda oldukları yere sızmışlardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ ALEV (Kılıç & Büyü)
FantasyKılıç ve büyünün çağı, krallıklar, krallar ve onlara yol gösteren büyücüler, savaş ve kan dolu bu dünyada, ötekileştirilmiş yaratıklarla savaşan insan üstü güce sahip savaşçıların arasında lanetli ama özel bir çocuk doğar. Oy vermeyi ve iyi veya köt...