Keyifli okumalar!!!
Şarkı: Fazıl Say & Serenad Bağcan - Dört Mevsim.Güvenin ne olduğunu bilseydim, ömrümü tekinsiz kucaklarda düşe kalka harcamazdım.
Yalnızlığın en kötüsü gerçek bir arkadaşının olmamasıdır. Bu durumun kötü olmasından ziyade yalnız olmam yaktı canımı.
Gerçek dosta sahip olan birinin aynaya ihtiyacı olmaz derler. Peki ben şimdi neden aynalarla dolu bir odada olmak için can atıyorum?
Önce sevdiğim adam, sonra bana arkadaşlığı öyreten adam. Sevdiğim adamın tüm bunları yapan kişi olmasını ben dilemiştim, canım yanmıştı. Bana arkadaşlığı öyreten adam tüm bunları yapan kişi olmasın diye sevdiğim adamın bu kişi olmasını dilemiştim ama dileğim kabul olmamıştı, canım yanmıştı.
Sevdiğim adama karşı içimde tek bir duygu vardı; hayal kırıklığı. Bana arkadaşlığı öğreten adama karşı içimde tek bir duygu var; hayal kırıklığı.
Karşımda duran, bana küçümser gözlerle bakan Yavuz'a karşı nefret yoktu içimde. Kin yoktu. Hayal kırıklığı vardı. Merak vardı. Neden bunları yaptığının merakı.
On yaşımı hatırladım. Saklambaç oynuyorduk sokakta. Gizem'i hiç bulamazdım ama Yavuz'u hep bulurdum. Her defa onu bulduğum için sinirlenmişti ve bana küçük bir taş atıp demişti ki, "Sen hainsin. Gözlerini açıp beni izliyorsun."
Taş kafama geldiğinde kafamda küçük bir çizik bırakmıştı. Gözlerim dolmuştu, fakat taş yüzünden değil, hain denildiği yüzünden. Sonra gözlerimin dolduğunu görüp Yavuz gelmişti yanıma, masum masum bakıp demişti ki, "Özür dilerim. Bu kadar zeki ve hızlı olmanı kıskandım, o yüzden. Yoksa sen hain değilsin."
Ardından serçe parmağını uzatmıştı. Ve demişti ki, "Hadi barış benimle. Bir daha seni asla üzmeyeceğim, aksine seni üzenleri üzeceğim."
Bir kaç dakika beklemiştim ben de. Ama en sonunda göz yaşımı silip, gülümseyerek serçe parmağımla onun serçe parmağını birleştirmiştim ve demiştim ki, "Bir daha beni üzersen, seninle asla barışmayacağım."
Üzdü.
Hâlâ belimi duvara yaslayıp oturmuş, hiçbir tepki veremiyordum. Yavuz'sa küçümser bakışlarla yüzüme bakmaya devam ediyordu. Küçüklükteki masumluk yoktu gözlerinde, kin vardı, öfke vardı.
Birden ellerini bir birine vurmaya başladı ve derin bir nefes aldı. "Ah Hayal, küçük Hayal." Yavaşca başını omzuna yatırdı. "O kadar aptalsın ki," dedi. Sesindeki kin o kadar büyüktü ki. "Hâlâ inanmıyorsun değil mi? İnanmak istemiyorsun. Çünkü inanırsan çocukluğun ölür diye korkuyorsun. Ama söylesene kardeşim, ruhu ölmüş birinin çocukluğu ölse pek bir şey değişir mi?"
Değişir. Çocukluğum ölmüş ruhuma direkti.
Değişmez. Çocukluğum ölmüş ruhumun yanında, o tabutun içindeydi.
Belimi yaslandığım duvardan çektim ve hiddetle ayağa kalktım. Arkamdaki kişinin kim olduğunu hâlâ bilmiyordum. Gizem? Ömer? Ali? Toprak? Tanımadığım biri? Bilmiyorum.
Ayağa kalktığım için Yavuz'a üstden bakıyordum, ancak bakışlarımda hiçbir üstünlük yoktu. Ama belli ki, o bunu yanlış anlamış ve hoşlanmamış olacak ki, Yavuz'da hiddetle ayağa kalktı.
İnanmak istemiyormuş gibi başımı iki yana salladım. "Neden?" diye sora bildim sadece. Gerçekten neden?
"Çünkü," dedi. "Küçükken annemin benim için yaptığı sarmaları yedin." Ardından komikmiş gibi büyük bir kahkaha patlatdı. "Bu iyi bir sebep değil mi kardeşim?" dedi gülüşünün arasından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENİ İZLİYORUM
Horror"Hayat bazen korktuğumuz, bazense korkmaya bile vakit bulamadığımız şeylerin başımıza gelmesidir."