İdil daldığı o huzursuz uykudan uyandığında bedeni sanki kendisine ait değil gibiydi. Tüm uzuvları acıyla zonklarken beyni uyuşmuştu. Acı dışında hiçbir şey hissetmiyor, duyumsamıyordu.
Bedenini yavaşça oynatmaya çalıştı ve vücudunda hiç derman olmadığını fark etti. Felç olmuştu sanki. Felçli bir insandan tek farkı tüm bedenini hissediyor olmasıydı. Kollarında bulduğu az bir kuvvetle sırtını duvara yaslar pozisyona getirdi ve susuzluktan kuruyan dudaklarını yaladı.
Hücredeki kameradan her bir hareketini izliyorlardı. Bunu bilmese bile bedeninde gezinen gözleri hissediyordu sanki.
"Susadım," dedi neredeyse kendisinin bile zor duyduğu bir sesle.
Ekranın başında onu izleyen her kimse içinden merhamet diledi.
Ne bir şey yapacak gücü ne de düşünecek hali vardı. Tek istediği bir damla suydu.
Ekranın başında genç kızı izleyen Yıldırım belli belirsiz söylenen kelimeyi odanın ses sistemi iyi olduğundan algılayabilmişti. Her ne kadar kız ile yüz yüze gelmek istemese de bu kadar basit bir iş için kimseyi görevlendirmek istemedi. Masanın üzerindeki yarım litre suyu aldı ve İdil'in hücresine doğru yürüdü.
Cellat'ın sorgusunun bile bir işe yaramamış olması Yıldırım'in içindeki huzursuzluğu daha da arttırmıştı. Kızın masum olma ihtimali artık eskisinden de fazlaydı. Derin bir nefes aldı ve içindeki sesi susturdu. Zaten İdil'in hücresinin önüne geldiğinden tüm ciddiyetini takınarak içeriye girdi.
Genç kadın güçlükle araladığı bakışlarını kapıya çevirdiğinde karşısında gördüğü adamla istemsizce irkildi. Bunun nedeni, Yıldırım'in onu buraya kaçıran adam olmasıydı. Genç kadının gözünde bu halde olma sebebi oydu. Elinden geldiği ölçüde nefretle baktı ona.
Yıldırım de İdil'in bakışlarında ki nefreti fark etmişti. Sessizce hiç açılmamış şu şişesini uzattı. İdil güç bela kaldırdığı koluyla şişeyi aldı ve bir dikişte yarısını içti.
Su ona iyi gelmişti, içini ferahlatmış acısını dindirmese de hafifletmişti sanki.
İlk haline oranla bakışları bile canlanmış gibiydi.
"Mutlu musun?" Diye sordu Yıldırım'e dönerek.
Yıldırım'in çindeki huzursuzlukla ettiği mücadele yetmiyormuş gibi kızın bu harap halini görmeye de dayanamıyordu. Buna rağmen Yıldırım içindeki fırtınaları dışarıya yansıtmayan bir ifadeyle genç kadını süzdü.
"Ben görevimi yapıyorum," dedi o tok ve kendine güvenen ses tonuyla.
İdil Yıldırım'in bu sözlerini bekler gibiydi, en ufak bir şaşkınlık yoktu yüzünde ama öfkesi daha da artmıştı.
"Sizin işiniz," dedi dişlerinin arasından "doğru bilgiyi bulup suçluyu yakalamaktı."
Yıldırım söyleyecek bir şey bulamadı ve sessizce arkasını dönüp çıkmak için bir adım atmıştı ki İdil'in ağlamaklı sesini duydu.
Ama genç kadın odanın üzerine üzerine geldiğini ve onu eski kötü anıların içerisine çektiğini fark etti. Zihni açıldıkça bu gerçek daha da katlanılmaz oluyordu.
"Gitme," dedi genç kadın bu kadar aciz olduğu için kendinden nefret ederek. Yıldırım şaşkınlıkla bocaladı. Tekrar İdil'e döndü, devam et dercesine bakıyordu.
"Burada kalmak zorunda mıyım? Beni burada bırakma," dedi eski anıları zihnine süzülmeye başlamıştı. Bu kutu gibi küçük ve karanlık odada çocukken yurtta yaşadığı anlar zihninde canlandı. Nefesi kesilir gibi oluyordu.
"Lütfen," dedi histeri krizinin eşiğindeydi.
Yıldırım ise halen daha İdil'in bu tepkilerini çözmeye çalışıyordu. Ayrıca bir suçlu olarak sorgusu bitene kadar burada kalması gerektiğini ona nasıl açıklaması gerektiğini düşünüyordu.
Yıldırım'in yüz ifadesinden cevabı anlayan genç kadın hızlıca "Bak," dedi bir yandan da hakimiyetini kaybetmemek için derin nefesler almaya çalışıyordu.
"İşkence odasında bile kalırım," dedi çaresizce.
Yıldırım ise İdil'in bu denli ileri gidip o odadan çıkmak için uğraşmasına bir anlam veremiyordu. Tam konuşacağı sırada cep telefonunun sesi odayı doldurmuştu. Arayan Burak'tı.
"Efendim," dedi İdil'in üzerinden bakışlarını kaçırarak.
"Abi," dedi Burak tereddüt ve çekingen bir ses tonuyla.
"Terör örgütü ile ilgili yeni bir bilgiye ulaştık. İdil'i de ilgilendiriyor, toplantı odasına gelsen iyi olur."
"Tamam," dedi Yıldırım ve telefonu kapattı. İdil ise titreyen ellerini zapttetmeye çalışıyordu.
"Ben birazdan geleceğim, sana kalacak bir oda ayarlayalım," dedi ve hücreden çıktı. Ama kapıyı kilitlemedi. Bunu her ihtimale karşı eğer İdil fenalaşırsa rahatça çıkabilsin diye yapmıştı. Hızlı adımlarla toplantı odasına girdi. Zaten hücre ile toplantı odası arasında yalnızca dört odalık bir mesafe vardı.
Hızlıca içerideki ekip arkadaşlarına göz attı. Odadaki bilgisayar ekranlarında tek bir görüntü vardı.
Küçük bir oğlan çocuğunun cansız bedeni ve o çocuğun avucuna çizilmiş bir uğur böceği, üstelik renklendirilmiş bir çizimdi. "Bu görüntüler ne zaman elimize geçti," dedi Yıldırım kaşları çatılmıştı. İçinde hakim olmakta zorlandığı öfke fırtınası vardı.
"On beş dakika önce, bilişim ağına takıldı. İdil'in bağlı olduğu örgüt ile aynı kod. Ama sadece bu değil," dedi Burak huzursuzca Yıldırım'e bakarken.
"İdil'in imzası ve DNA' sı üzerinde araştırma yapıyordum. Onu tutuklamadan önce eşleşen örnekler şu an eşleşmiyor. Dahası," dedi Burak asıl burası önemli der gibi baktı Yıldırım'e "Geçen ki baskında tırda bulunan kısmi parmak izi sonuçları... Oradan aldığımız kısmi izdeki DNA ile İdil'in DNA'sı uyuyor.." dedi ve Yıldırım'in tamamlamasını bekler gibi durdu.
"Yani oradaki her kimse İdil ile akraba..." Diye cümleyi tamamladı...
Odadaki herkes bu gerçeği özümsemek için sessizliğe bürünmüştü.
Bu sessizliği kapının önünden gelen tok bir ses böldü.
Herkes bakışlarını kapının uzerine çevirdi.
İdil'in baygın bedeni kapının önünde uzanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAVEYLA
Actie24 yaşında, zorluklarla tutunduğu ve uğruna mücadeleler verdiği hayata sonunda sımsıkı tutunmuştu. Yeni başladığı bir işi, kendi zevkine göre düzenlediği küçük ama sıcak bir yuvası olmuştu... Şimdi derin bir nefes alıp hayatın tadını çıkarmalıydı...