akışa bırakmak güzeldi, zaman geçiyordu ve ben kendim gibi davranabiliyordum.
saklanmak, sığınmak ve rol kesmek artık yoktu.
hyunjin' i okulun girişinde beklerken heyecanlıydım. alt tarafı dersten önce buluşup kahvaltı yapalım demişti ama ben evlenme teklifi etmiş gibi yerimde duramıyordum- aptaldım.
halime sırıtıp kot ceketimin yakasını düzelttim, çantamı çoktan jisung' la birlikte sınıfa göndermiştim. içim içime sığmıyordu, hyun sokağın başında gözüktüğünde sabırsızca yanına adımladım. beni gördüğü anda yüzüne yayılan gülümsemesi ve dağınık kızıl saçları nefesimi kesmişti- çok güzeldi şerefsiz.
"günaydın lixie," dedi eskiye nazaran daha yumuşak sesiyle.
"günaydın, günaydın-" dedim hızlıca. bakışlarım açık boynu ve omzu arasında turlarken kirpiklerimi kırıpıştırmış ve aklımı toplamak istercesine "ilk derse girmeyelim." demiştim.
benim toparlanmam da bu kadardı işte.
hyunjin gülümseyip kabul ederken okulun iki sokak arkasında kalan kafeye gitmekte karar kıldık. adımlarımızın uyumu ve onun bir şeyler söylemek için bana eğilerek konuşması aşırı hoşuma gidiyordu, ilgiliydi. beklediğimin aksine ona yakın olmamı garipsemiyordu.
dillendirmekten kaçınsa da sevgimi kabullenmişti.
biliyordum ki aklının bir köşesi abimdeyken bana aynı şekilde karşılık vermeyecekti ama onu unutmak için çabaladığını görmek beni diri tutan tek şeydi.
çünkü daha dün yanımda jiwon' dan gelen bir mesajı okumadan silmişti- benim gördüğümü bilmiyordu ama o an o kadar rahatlamıştım ki jiwon için hissettiğim tüm korkular aniden buhar olup gitmişti.
kafeye geçtiğimizde çantasını sandalyesinin arkasına asıp "ne yiyoruz?" diye sordu.
dirseklerimi masaya yaslayıp çenemi elime dayadım, manzaram o kadar güzeldi ki sadece bu anda kalmak istiyordum.
"lixie~" menüye bakarken huysuzca seslendi, arada ona böyle daldığımda utandığından kafasını kaldıramıyordu. sırıttım, çok seviyordum be!
"istediğini seç, farketmez."
alt dudağını yalayıp "pekala," dedi menüden bir sayfa daha çevirirken. "güveç ve krep söyleyelim."
onu onaylayan bir mırıltı çıkardım. garson siparişlerimizi alıp giderken jin rahatça geriye yaslanmış ve kızıl saçları arasından bakışlarını bana çevirmişti.
"bakma şöyle tatlı tatlı-" dedi homurdanarak.
"nasıl?" dedim daha da üsteleyerek, arsızca sırıtıyordum. eski hyunjin yoktu karşımda, o sadece şımartılmak istenen bir çocuktu yanımda.
öyle hoşuma gidiyordu ki sadece benim yanımda ortaya çıkan şu tavırları- deliriyordum.
"şöyle işte, çillerin yeterince güzel değilmiş gibi bir de derin derin beni izliyorsun."
"hyun," dedim hayran dolu sesimle. "kırıklarına rağmen bana böyle güzel davranıyorsun ya- bağımlın oluyorum."
gözlerini kaçırarak "bir şey yapmıyorum." dedi.
"yapıyorsun," sırıttım, son zamanlarda çok gülümsüyordum. "sürekli yanımdasın jin, farkında değil misin? bir günümüz görüşmeden geçmiyor."
kaşları çatıldı, huzursuzca koltuğunda dikleşirken "rahatsız mısın yani?" diye sordu.
"saçmalama!" itirazım hızlıydı. "bunca zaman uzaktan izledim seni, şimdi elimi uzatsam dokunacağım kadar yakınımdasın nasıl rahatsız olurum."
bakışları yumuşarken üst dudağını dişleyip "kapatalım bu konuyu," dedi. "yanlış anlaşılacak bir şey söylemek istemiyorum."
sırıtışım küçüldü, yutkunarak geriye yaslanırken "merak etme," dedim. "tavırlarından dolayı ümitlenmiyorum sadece- neyse boş ver. yemekler geldi."
garsonun aramıza bıraktığı tabaklarla gözlerimi kaçırıp camdan dışarı baktım. biliyordum, bana gelmesi için çok erkendi ama yine de ümitlenmiştim işte ve o da bana tekrar hatırlatmıştı.
sürekli hatırlatmak zorunda olmasından, yaklaştım sanarken daha da uzaklaşmaktan korktum ama bunların hepsi hyunjin' de bitiyordu.
onun attığı bir adım girdiğimiz konumu tamamen değiştirirdi.
bekleyecektim.
🌙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
l'enfer. hyunlix✔️
Fanfictionfelix'in tek görevi abisini, saplantılı aşığı hyunjin'den kurtarmaktı.