Sona az kala...
47. Bölüm-Sen Bir Şövalye Değilsin
"Hala konuşmuyor musunuz?" Lancelot'un sorusunu cevapsız bıraktı Arthur. Yaslandığı samanlıktan karısının onu eğitmek için tutulan Sir Marwein tarafından kılıç talimi yapmasını izliyordu. Bir ay geçmişti. Koskoca bir yabancı gibi geçirdikleri iki ay. Birileri etrafta olmadığı sürece ve önemli bir konu yoksa konuşmuyorlardı. Selam sabahı bile kesmişlerdi. Arthur'un içi içini yiyordu ama ne yapabileceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Konuşmak istiyordu, onunla konuşmak için her şeyi göze alabilirdi ama bir o kadar da istemiyordu. Gururu engel oluyordu. Orduyu yönetme isteğinden vazgeçmek zorundaydı. Gün gittikçe Emery'deki değişim gözle görülebilir olmuştu. Farklıydı, çok farklı. Birde kılıç tutuşu...
Marwein ilk kez yenilmişti. Tüm bir ay boyunca hep yere serilen Emery'ydi. Ama bir ilk olmuş, Marwein yerde yatıyordu. Sir Marwein üzülmek yerine büyük bir sevinçle kalkmış, genç kızı kucaklayıp döndürmüştü. "Harikasınız prensesim. Şu ana kadar eğittiğim kimse beni yenemedi, hiç kimse! Tüm diyarlara korku salacak bir yeteneğiniz var!"
Arthur onlara öfkeyle yürüyecekken Elyan tutmuştu. "Hadi ama prensim. Ne yapabilirsiniz ki? Vazgeçmemekte ısrarcı. Bırakın tadını sürsünler. Bir bela ortaya çıktığında başa sizin geçmeniz gerektiği anlaşılacaktır."
Bu dediğine Percival göz devirmişti. "Kılıç tutuşunu gördün mü? Üstelik Sir Merwein yenilmesini geç, birini bile eğitmeyi istemeyen bir adamdı. Yüce Şövalye olduğunu bilmesine rağmen onu bile teste tuttu. Sonuç ortada." Arthur'un kötü bakışlarıyla karşılaşınca omuz silkmişti. Elbette ki Elyan dışında hepsinin haksız bulduğu kişi Arthur'du. Odaya kapatmaya çalışmasından itibaren konu kapanmıştı.
"Hadi ama. Ben daha iyiyim." Arthur hiçbir şövalyesinden yanıt alamayınca göz devirmiş, Emery'e doğru ilerlemişti. Ama adım atamadan Leon tarafından tutulmuştu.
"Ne var biliyor musunuz prensim? Bence bizim taverna vaktimiz gelmiş. Uzun süredir gitmedik."
**********
Arthur ve şövalyeler güzel bir yemekten sonra içmeye başlamış, genç prens sorunlarını bir nebze olsun unutmuş gibiydi. Ta ki içeri karısının eşliğinde giren kafileye kadar. Emery ve ordunun üst rütbelileri gülüşerek içeri girerken herkes şok olmuş bir halde onları izliyordu. Bir prensesin tavernaya gelmesi herkesi şaşırtan bir olaydı, prens haricinde başka erkeklerle gelmesi ise daha da şaşırtıcı bir olaydı.
"Prens buna nasıl müsamaha gösteriyor?" Arthur yanındakine fısıltıyla konuşan adama ters bir bakış atmaktan geri durmamıştı. Adam hemen önüne dönerken Arthur bir masaya ilerleyen kafileden karısını kolundan tuttuğu gibi yakalamıştı.
"Bu ne rezalet böyle? Sen beni nasıl bir duruma soktuğunun farkında mısın?" Arthur kısık bir sesle tıslarcasına konuşurken Emery gülmüş, kolunu sertçe geri çekmişti.
"Ne yapıyormuşum prensim? Sizle benim yaptığımın farkı yok. Siz kendi askerlerinizle eğleniyorsunuz, ben kendi askerlerimle."
"İkisi aynı şey değil!" Arthur bu defa sesini yükseltirken içerideki herkesin bakışları onlara dönmüştü. Kavganın büyüyeceğini anlayan Lancelot müdahale etmiş, prensi geri çekmişti.
"Bize katılmaya ne dersiniz?" Prens ve prensesin şaşkın ve öfkeli bakışlarıyla karşılaşan Lancelot ellerini teslim eder gibi havaya kaldırmıştı. Emery göz devirip kendi masasına ilerlerken Arthur sesini alçak tutmaya çalışarak seslendi.
"Konuşmam daha bitmedi!"
"Ama benim bitti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Camelot'un Düşüşü
FantasiaGenç kız kimsenin dokunamadığı, dokunanın kılıcın gücü tarafından itildiği kılıca hiç düşünmeden elini attı. Vücuduna yayılan elektriklenmeyle gözleri büyüdü. Ama bu canını yakmamıştı, gıdıklayıcıydı. Eline aldığı kılıçla gözlerinde mavi bir ışık ya...