Kurtarma

1.6K 169 43
                                    

   Kaçıncı yıkılışım, kaçıncı yanışım bilmiyorum... kendimi bir anda büyük bir sessizliğe mahkum etmem.. ne kadar acı çektiğimi anlatıyordu. Acısını bağırarak yaşayanların aksine ben ne kadar sessizsem o kadr acı çekiyorum demektir. Çağam öldüğünde kendimi hapsettiğim sessizlik de bunun bir örneğiydi...

     Kendime gelir gelmez, tek düşündüğüm şey ülküyü kurtarmaktı. Yağmurun tahmin ettiği yere geldik. Cidden ıssız bir yerdi. Önümüzde kocaman bir kale vardı.
" ülküyü getireceğim." Diyip diğerlerine baktım.
" Yağız'ın felç yeteneğine ihtiyacım var, o benimle gelecek. Hepiniz burda kalacaksınız."
En iyisi buydu.. birini daha kaybetmeye dayanamazdım.
" tuana-" gölgenin itiraz edeceğini anlatıma ona baktım.
" birini daha kaybedemem gölge, hepiniz burda kalacaksınız."
Çağandan bir adım bekledim. Çünkü biliyordum ki ne olursa olsun o hep yanımda olurdu. Gözleri yabancı gibi bakıyordu ama kalbi beni hatırlar diye umuyordum.
" Ülkü kurtulsun da gerisi önemli değil burda kalırız." Dedi.

     Nazın çağanın kılığına girdiği günü hatırladım. O  günkü gibi kalbim ağrıdı... dolan gözlerimle zar zor kafa salladım.
" tuana, bende geleceğim. Başka türlü içeri giremezsiniz."
Yağmura baktım. Kafamı iki yana salladım.
" en ufak tehlikede, hepsini burdan götüreceksin. Saniyeler içinde bi tek sen yapabilirsin bunu. Yanlarında kalman gerekiyor. En ufak tehlikede yağız da dahil hepsini götüreceksin."
Kalbimin ağrısı öfkemi alevlendirmişti. Öfkemi çok net hissediyordum.
" tuana gözlerin..." Mete'ye baktım. Yüzümde sırıtma vardı. Sanki kontrol bende değildi ama umrumda da olmadı. Bunu sevmiştim.
" gözlerinin içinde ateş var... alevler.." Esatın sesi şaşırmış gibi geliyordu.  Elimdeki eldivenleri çıkardım.
" bunlar ölüm perisinin içindeki intikam ateşi." Diyip güldüm. Diğerlerini geride bırakıp kaleye doğru yürümeye başladım.
" artık bitecek. Bizzat kendim öldüreceğim onu."
Sesimin tonu beni bile ürkütmüştü..
Yağız'ın yanımda yürüdüğünü biliyordum. Kalenin kapısına gelince derin nefes aldım. Zerre korku yoktu çünkü artık kaybedecek bişeyim yoktu..
" o zaman ilk yıkımımıza başlayalım."
Ellerimi kalenin kapısına yaslayıp öfkemi serbest bıraktım. Kapının simsiyah olup tuzla buz olması bir oldu...
" vayyy bu iyimiş." Diyen yağıza bakıp güldüm.
" hadi bakalım. Gidip cadının derdini öğrenelim."

İçeri girdik. Meşalelerle aydınlanan koridor boyunca yürüdük. Bir kapının önüne gelince yağız da bende bir meşale aldık. Ellerimde eldiven yoktu ama umrumda olmadı. Umursamazsa kapıyı açıp içeri girdik.
" demek geldin ölüm perisi..." o cadının sesiydi.. kendisi yoktu. Güldüm.
" hayırdır? Ses var görüntü yok. Arızalandın mı cadı?" Yağız da benimle beraber kahkaha attı.
Sinirine gitmiş olacak ki biraz ilerimizde görünür olup sinirle yüzüme baktı. Göz devirdim.
" ülküyü neden aldın?!" Yanına doğru adımladım..
o da bana doğru geldi... dikkatle gözlerime bakıyordu..
" bana gelmen için... buraya geleceğinizi biliyordum. Buraya gelirken hiç bişeyin umrunda olmayacağını biliyordum. " sonra güldü. Yağıza baktı. Ona kısa bir bakış atıp bana döndü.

" burası sıradan bir kale değil... buranın sınırları içinden bişey aldığında, karşılığında bişey vermelisin.. ülküyü almak istiyorsan bişey vermelisin... ha eğer vermem diyorsan da gidebilirsin tabiki ama bunun sonucu emin ol herşeyden daha ağır olur. Bu kaleden çıkan herşeyin bir bedeli vardır. O bedel ödenmezse bu felaketiniz olur... "
Gözümün önüne gelen saçlarımı geriye attım. Delirmek üzereydim artık..
" bana bak cadı!! Zaten berbat haldeyim. Aylarca çağanın öldüğünü düşündürdün bana.!! Acıdan delirdim. Şimdi geri geldi ve beni hatırlamıyor!! Benden alacağını zaten aldın sen !!"

Sinir bozucu bir şekilde güldü.
" maalesef ölüm perisi. Bu farklı,ülküyü alıp gitmek istiyorsan, anlaşma ortada."
Yumruğumu sıktım. Yağıza baktım. Kaşları çatılmış cadıya bakıyordu.
" ne istiyorsun peki tuanadan?" Dedi. Cadı yağıza baktığında bende cadıya bakıyordum.
" bana kalsa direk canını ama öyle bişey istemiyorum. Ölüm perisinin acı çekmesini istiyorum..." bi kaç saniye durdu.. düşünüyordu...
Ne hissediyordum bende bilmiyorum ama bi an önce burdan gitmek istiyordum.
" ölüm perisinin kendi içinde boğulması onun için büyük bir ceza olacak..." yine o pis gülüşünü yaptı.
" sesini istiyorum." Dedi gülüşünün ardından..
" sesini sonsuza dek bana vereceksin."

Yağız'ın aniden önüme geçmesiyle şaşkınlıkla ona baktım.
" hayır!!" Diye bağırdı.
" olmaz!! Biz onu o sessizlikten çıkarana kadar öldük! Bu kadar acımasız olamazsın!! Karşında ne olursa olsun bir kız çocuğu var!!"
Gözümden yaş düştü. Yağızın yanımda durması birazda olsa iyi hissettirmişti.
" yağız.." dediğimde bana baktı. Ona dokunamazdım elimde eldiven yoktu.
" sorun değil." Dedim gülümserken ama gözümden yaş aktı.
" tuana yapma.." sesi berbat çıkmıştı. Dudakları titredi.
" seni o sessizlikten kurtarana kadar neler çektik.. sen neler yaşadın bu olmaz!"

Önce cadıya sonra yağıza tekrar baktım.
" bak yağız.. onu öldürürsem bu kaleden bir can almış oluruz yani bu birimizin canıyla eşitlenebilir. Bunu yapamayız. Mecburuz.." derin nefes aldım.
" ve gerçekten önemli değil. Sadece konuşamayacağım... sende bunu kimseye söylemeyeceksin.. yoksa seni silerim.."
Bakışlarımı istemsizce kaçırdım
" zaten artık konuşmak istediğimden de pek emin değilim..."
Yağız beni vazgeçiremeyeceğini ve başka şansımız olmadığını anlamış olacak ki omuzları düştü. Yağızın arkasından çekilip cadıya baktım.
" geceye kadar vakit istiyorum... son kez yapmam gereken bişey var. Ondan sonra sabah uyandığımda sesim olmayacak... kabul ediyorum." Dedim
Sırıtıyordu.. bizim girdiğimiz kapı aniden açıldığında o tarafa baktık. Biri ülküyü getirmişti Ülkü bizi görür görmez koşup yağıza sarıldı. Bana sarılacakken geriye çekildim. Ellerimi gösterdim. Eldiven yoktu.. yağız ülküyü kolunun altına aldığında cadıya döndüm.
" tamam." Diyip sırıtışını genişletti.
" artık gidebilirsiniz."

Elimdeki meşaleyle önden giderken yağız ve Ülkü de arkamdan geliyordu. Kapıdan çıktığımızda meşaleyi aldığım yere koydum. Konuşarak son saatlerimdi ama yine de konuşmak istemiyordum. Kaleden çıkıp açık havaya geldiğimizde derin bir nefes çektim içime... gözümden akan yaşlar yoruyordu artık... ileride bizimkileri gördüm. Çağan ülküyü görür görmez gözlerinin içi parladı koşup yanımıza gelmeye başladı. Diğerleri de arkasından geliyordu. Çağan koşarak gelip ülküye sarıldığında oldukları yerde durmuşlardı ama ben durmadan dümdüz yürümeye devam ettim. Ne şuanda o ortamda bulunmak, ne de konuşmak istemiyordum. Bugün yaptığım bu şey, bu aşk için yaptığım son şeydi... bu aslında bir vazgeçişti.

Kirpiklerim yüzünden akamayan yaşlar aniden düştü.
" tuana!" Arkamdan bağıran leyayı duydum ama yürümeye uzaklaşmaya devam ettim.
" şuanda yanına gidersen ters teper esat." Dedi gölge... beni tanıyordu. Ben şuan tamamen yok olmak, yanmak istiyordum...
Tek rahat hissettiğim yere geldim yine.. beni anlayan tek kişiye, anneme. Mezarını sulayıp kurumuş otları yoldum. Saatlerce konuştum. Son konuşmalarımı annemle harcadım. Ben anlattım, o duydu mu bilmiyorum ama anlattım sonrada ağladım.

Saat tam 23:40 son 20 dakikam kalmıştı... sonsuz sessizliğe son 20 dakika... annemin mezarının başında oturmuş... öylece zamanın gelmesini bekliyorum.
" son 20 dakika kaldı annem, bu can sıkıcı bişey. Ben anlamıyorum anne... benim kafamı yememe sebep olan o aşk çağandan nasıl bu kadar kolay silinir anlamıyorum. Ona da diyemiyorum ki sen beni seviyordun diye.. sana bir büyü yapılmış. Sen aslında benim diğer yarımsın. Biz birbirimizi çok önceden tanıyorduk. Çok aşıktık ama senin hafızandan silindi ve bunları sana anlatırsam ölümüne sebep olurum diyemem."

        Önce bir çıtırtı duydum.
" ne demek bu?" Çağanın sesiyle direk arkamı döndüm. Şaşkınlıkla ve anlamaya çalışarak yüzüme bakıyordu. Ayağa kalkıp karşısına geçtim. Kendisi duymuştu... bu yüzden bişey olmamıştı ama Bir önemi yoktu, gözleri bomboş bakıyordu... bu gece bir olan köprünün ikiye bölünüşü  gibiydi bizde artık tek parça değil ayrı ayrı iki parçaydık. ... artık hiç bişey eskisi gibi olmayacaktı.. tıpkı o köprünün tekrar birleştirilmeyeceği gibi...

Dokunuş Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin