Küçük yıldız sislerin üzerinde, uykusundan uyandığında anlamışki uyanma zamanı çoktan gelmiş. Gözlerini uykunun etkisiyle zar zor açarken, önündeki sislerde yıldıza engel oluyormuş. Gözlerini açmayı başarmış ancak sis yüzünden ormanını göremiyormuş. Ormanını göremeyen bu yıldız yine çözümü tanrıdan dilemekte bulmuş. "Tanrım zaten giremiyorum ormanıma, bari şu sis gitsin." O sırada kuvvetli bir rüzgar çıkıp o sisi dağıtmaya yetmişti. Artık tamamen önünü gören yıldız ormanına kavuşma mutluluğu ile yanıp tutuşmuştu.
Uyandığımda gözlerimi yıkık dökük bir binaya açmıştım. Etrafta ses yoktu. İçerisi olabildiğince karanlık, olabildiğince her tarafı kapalıydı. Kırık camın ufak bir kısmından ayın ışığı içeriye vuruyordu. Yerde oturur halde pozisyon aldığımda tam arkamda da eylül'ün olduğunu gördüm. Aklıma bilincimi kaybetmeden önceki görüntümüz geldi. Mehmet zoruyla Eylül'ü silahla vurmamı istemişti. İçine mermi koymamış olması bir yandan mutlu etmişti beni ancak Eylül'e karşı kendimi kötü hissediyordum. Ona dolu olsada olmasada silahı doğrultmuştum. Dolu olsaydı Eylül şuan vurulmuştu. Belkide yaşamıyor olacaktı.
"İyi misin?" diye sordu Eylül. Ona mahçup bir ifadeyle baktım. Gözlerinin tam içine. Bana tepkisiz bakan Eylül'ün şuan ne düşündüğümü merak ettiğini içten içe biliyordum. Sessizliğimizi bölüp eylül'ün gözlerinin içine bakarak.
"İyiyim." dedim sadece. Bazen sadece ne olduğunu değilde, nasıl olduğunu merak edersiniz. İşte son zamanlardaki durumumuz bu. Her şeyde neden olduğunu merak etmeyip, nasıl bu durumlara düştüğümüzü merak ediyorduk. Kapıdan adamların gülüşleri gelince sinirlerim bozulduğundan dolayı onları duymamak adına eylülle konuşmaya karar verdim.
"Sen nasılsın?" Bu sefer gerçekten nasıl olduğunu merak ediyordum. Silahı sıktığımda hiçbir tepki vermemişti.
"İyiyim. Şuan ne düşündüğünü biliyorum. Bana silah doğrulttuğun için pişmansın. Bunu kafana takma. Ben istedim beni vurmanı. Senin yerinde başkası olsa oda yapardı inan bana. Hem vurulmadım silahta mermi bile yoktu." dedi. Eylül çok saf ve temiz kalpli birisiydi. O benim aksime hep iyi düşünürdü. Ben ise hep kötüyü.
"Eğer olsaydı, o zaman seni vurmuş olacaktım ben Eylül. Sen bana o kadar güveniyorsun ki. Ben sana silah doğrulttum." dedim hafif yüksek sesle. Eylül'ün sağ gözünden bir damla yaş aktı ve o an içim gitti. Elimin bağlı olması yüzünden o yaşı oradan silemedim. Kafasını iki yana sallayıp dudaklarını araladı.
"Haklısın aslında. Ancak böyle bir şeyi istemeyerek yaptığını biliyorum. Sende biliyorsun." dedi içtenlikle.
"Biliyorum ama hep bir burukluk var içimde. Sanki hiç yok olmayacak bir his gibi."
"Anlıyorum seni. Boşver rahatlat içini." Dedi gülümseyerek. Kırık camdan yansıyan aya çevirdi bakışlarını. Bende o yöne çevirip, içimden geçen soruyu sordum.
"Hani koraygilden ayrıldığımız sırada bana, bir kızı geride bıraktım senide bırakmak istemiyorum demiştin, anlatsana kim bu kız merak ettim." dedim konuyu dağıtmak amacıyla. Ancak açtığım konu pek fazla iç açıcı bir konuda değil gibiydi.
"Ben yetimhanede iken bir kız vardı. Kimseyle benim gibi anlaşamazdı. Anlaşmak için konuşmak gerekir. Öyle değil mi?" Diye sordu bana. Bir süre konuşmadı. Sustu. İkimizde, dışarıdan gelen konuşma sesleri dışında kendi sessizliğimizi dinledik.
"O konuşmuyordu kimseyle. Bende öyleydim. Bir ihtimal belki benimle konuşur diye onunla konuşmaya karar verdim. Ancak geri dönüş alamamıştım. Birgün o kızın halası geldi." dediği an gözlerimin nemi ile Eylül'e şok içinde baktım. Oda bana bakınca kaşları çatıldı. Yutkunarak devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Küçük dünyam
Science FictionBen yezda. Yine olduğu gibi bir çıkmazın içindeydim. Beni kimse sevmedi. Hiç kimse görmedi. O dışında. Abim.. Abim gittiğinde ben 12 yaşındaydım. Şimdi ise 24 yaşında. Zaman geçti. Abim gitti ve ben kaldım. Şuan dört duvar arasında sıkışıp kalmıştı...