Küçük yıldız artık ormanına girebilmek için bir yol bulmuş kendine. Ormana girebilmek için orman kralı olan aslanın istediklerini yapmayı kabul etmiş. Her ne derse yapacakmış. Küçük yıldız o kadar inanmış ki ormana girebileceğine heyecandan günlerdir uyumadan, gökyüzünde kaymış durmuş.
"Şimdi o iki çocuk bir araya geldi. Geçmişimde ki o kızla yüzleştim. Hani dedim ya ormandayken, birisini arkamda bırakmıştım dediğimde senide onun gibi arkamda bırakmak istemiyorum diye." Cümlelerini toparlamakta zorlanıyor gibiydi Eylül. Titreyen bedenine rağmen konuşmaya devam etti.
"Ben o zamanda seni geride bıraksaydım artık tek o çocuğu değil o çocuğun yetişkin halinide terk etmiş olacaktım. Ve ben o çocuktan özür dileyemeyecektim. Özür dileyemediğim gibi o çocuğun içindeki kadınıda geride bırakacaktım." Dedi. Her zamanki gibi her suçu kendine atıyordu. Kendinde buluyordu suçun nedenini. Oysa burada en büyük sorun bendim. O beni geride bıraktığını düşünüyordu ancak onun elinden gelen bir durum değildi bu. Onu, onun düşüncesinin aksine ben geride bırakmıştım. Eylül'ün elinden bir şey gelmezdi, gelemezdi. O daha çok küçüktü. Benden her ne kadar yaşça büyük olsada. Eğer imkanı olsaydı benim peşimden geleceğinide biliyordum.
"Eylül, senin bir suçun yok. Her şey benim suçum, ben gittim. Seni dinlemedim. Seninle konuşmadım. Bırakıp gittiğim için ve en önemlisi de şuan seni bu duruma düşürdüğüm için özür dilerim. Seni o gün çağırmasaydım şuan burada, bu dur-" derken Eylül araya girdi.
"Bence düştüğüm için şanslıyım. Bu vesile ile seninle karşılaşmış oldum." Dedi acınacak halimize sevinirken. Hafif tebessüm oluştu o an yüzümde. Beni mutlu edebiliyordu. Biz birbirimizi hayata bağlamayı sağlıyorduk. Ne olursa olsun artık onu geride bırakmayacaktım. Ne olursa olsun.
"Sana sözüm olsun." Dedim heyecanla. Eylül beni merakla izlerken daha çok doğrulup devam ettim.
"Buradan çıktığımızda normal bir insan gibi yaşamaya devam edeceğiz. Birlikte yeni bir sayfa açacağız. Bundan sonra üzülmeyeceğiz. Ve asla birbirimizi bırakmayacağız. Senden de söz vermeni istiyorum." Dedim. Eylül'ün gözlerinde ki o küçük umut kırıntılarını görebilmiştim. Bir kez olsun hayatı sevmeye başladığına inanmıştım.
"Söz veriyorum. Birlikte temiz bir başlangıç yapacağız." O zaman artık Eylül benim için bir yabancılıktan çıkmıştı. O benim artık kardeşim, arkadaşım, can dostum olmuştu. Benim için herkesten çok değeri olan kişi eylül'dü. Ne olursa olsun değer vermemezlik yapmayacaktım. Eylül benim için evdi, yuvaydı. O benim hiç bulamadığım, kendimi hiç ait hissetmediğim yuvamdı.
"Yezda..." dedi Eylül titreyen sesiyle. Kaşlarımı çatıp Eylül'e baktığımda bedeni az öncekine göre daha da titremeye başlamıştı.
"Eylül, ne oldu?!"
"Ben, ben... benim başım dönüyor. Bana bir şeyler oluyor." Dedi aniden. Kalbimin hızı endişeden iki kat daha hızlandı.
Telaşla ellerimi çözmeye çalışırken Eylül elini kalbine götürmüştü. Yüzü solmuştu. Büyük ihtimalle başının dönmesinden dolayı olması gerekliydi. Ellerimi çözeyim derken çözmek yerine daha da birbirine dolamıştım. Eylül yere uzanıp titremeye başladığında telaştan ne yapacağımı bilemiyordum. Ellerim kördüğüm olmuştu. Sinirden olabildiğince çığlık attım. O sırada dışarıdan adamların sesi gelmişti. Varlıkları aklıma yeni yeni gelirken olabildiğince bağırmaya başladım, duymaları için.
"Yardım edin! YARDIM EDİN LÜTFEN!." adamlar ani bir hızla kapıyı açıp içeriye girdiler. Gözleri hızla bize ulaşırken Eylül dikkatlerini çekmişti. Ben açıklama yapmama gerek duymadan koşarak yanımıza geldiler. Eylül'e müdahale yapmaya çalışıyorlardı ancak yanlış yapıyorlardı.
"Yanlış yapıyorsun! Ellerimi açın ben yapacağım." Dedim. Bana gülerek bakıyorlardı. Anlamsızca başımı salladım.
"Bizi enayimi sandınız. Oyun oynuyorsunuz değil mi? Şunların uğraştırdıkları gereksiz şeylere bak. Yürü çıkal-"
"Ya ne oyunu aptal. Gerçekten bayıldı. Aç şu elimi çabuk" dedim bağırarak. Adamlar benim bağırmam ile oyun olmadıklarını anladıkları anda hızla gelip, elimi açmaya başladı. Benim yüzümden biraz geç olsada elimi açmayı başarmıştı. Hızlı bir şekilde eylül'ün yanına gittim. Telaşı bir kenara bırakıp eylül'e, daha önceden öğrenmiş olduğum kadarıyla müdahale yapmıştım. Şimdi ise eylül'ün uyanmasını beklemeye başlamıştık. Hadi eylül kendine gel. Hadi kızım sen güçlüsün. Yapma bunu bize.
"Hani hiçbir şey olmadı." dedi dalga geçer gibi. Sinirle ona döndüğümde ciddileşmeye başladı.
"Şuan gülünebilecek bir durum mu var? Ayrıca hastanede bile değiliz. En fazla bunu yapabilirim. Bir şey yaptığınız yok bari kesin sesinizi! Buraya mehmet'i çağırın bu arada. Bizi buraya soktuğu gibi şuan çıkarması lazım." dedim tüm nefretimi kusarken. Benim ne tür bir manyak olduğumu biliyorlardı ki korkuyla hemen telefonunu çıkarıp, mehmet'i aramaya başladılar. O sırada eylül titremeyi bırakmıştı. Ancak baygınlığı devam ediyordu.
"Ne olacak sanki gelince, kız zaten düzeldi. Hastaneye de götüremeyiz. Boşu boşuna bizim başımıza çıkarttı şunu!" diyerek kükreyince şok içinde kalmıştım. Mehmet'ten nefret ediyorlardı ancak mehmet'in korumalığını da yapıyorlardı. Bunlar mehmet'i dakikasında öldürürlerdi. Neden korumalığını yapmaya devam ediyorlardı ki.
"Ne demek istiyorsunuz lan siz! Kızın burada ölmesine izin veremem. Nasıl oluyorda bu kadar umursamaz olabiliyorsunuz. Ne bu nefret, Adam size ne yaptıda bu kadar öfkelisiniz?"
"Bizim kardeş dediğimiz insanı öldürdü. Gönderdi bir göreve, görevde de öldürülmüş." dedi sinirle elini yumruk yaparken. Daha fazla dayanamayıp arkasındaki masayı devirdi. Masanın devrilme sesi büyük bir şiddetle depoda yankılanırken, korkudan yerimde sıçradım. O sakinleşmeye çalışırken yanındaki devam ettirdi.
"Duyduğumuza göre bir kadın öldürmüş. Ama kimin öldürdüğünü bilmiyoruz. Demedi bize."
"Deseydi o kadının yaşamayacağını biliyordu. Ama kimin öldürdüğünü bulursam kadın filan dinlemem." dedi ama yarıda kesince sinirle suratına yumruk attım.
"Doğru düzgün konuş. Kardeşiniz ne yaptı acaba da böyle bir sonuçla karşılandı." dedim. Sinirle adam üzerime yürümeye başlayınca yanındaki engel oldu.
"Dur, boşver sakın bir şey yapma. Yoksa mehmet bizi öldürür." dedi. Adam, onu dinleyip geriye istemeye istemeye gitti. O kendi halinde iken diğerine döndüm. Kaşlarımı çatarak ona baktığım için biraz tırsmışa benziyordu. Umursamayarak gözlerimi devirdim.
"Ne göreviydi bu?" dedim. Bir süre birbirlerine baktıktan sonra yine anlayış gösteren adam her zamanki gibi konuşmaya başladı.
"Bir clupte..." dediğinde donakaldım. Bu benim öldürdüğüm adam olabilir miydi?
"Bir kadını vuracakken vurmuş." dediğinde tüm bilincim yerinden gitmişti o an. Söylediği sadece kulaklarımda yankılanıyordu. Şuan kardeşlerinin katili ile bir aradalardı. Bu durum midemi alt üst etmişti. Eylül'den sonra anlamıştım kardeşliğin ne demek olduğunu. Kardeşlerinin katili bendim. Her kim kardeşlerinin katili ile bir arada olmak istesinki.
Kardeş demek can demek. Ne olursa olsun o canı korumak demek. Peki o canı sevmek ne demek bilir misiniz. Can korumak demekse, canı sevmek ne demekti? Canı sevmek kendini sevmektir. Canı sevmek, kardeşinin canını kendi canınmış gibi sevmek demektir.
_________
Uzun bir aradan sonra merhabalar mı diyorduk ya da hoşgeldik mi? Bence boşverin ve uzun zaman sonra gelen bölümün keyfini çıkarın :)^^
Instagram: cennettsari
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Küçük dünyam
Science FictionBen yezda. Yine olduğu gibi bir çıkmazın içindeydim. Beni kimse sevmedi. Hiç kimse görmedi. O dışında. Abim.. Abim gittiğinde ben 12 yaşındaydım. Şimdi ise 24 yaşında. Zaman geçti. Abim gitti ve ben kaldım. Şuan dört duvar arasında sıkışıp kalmıştı...