"Takemichi!"
Takashi Mitsuya, sinirden kıpkırmızı olmuş bir halde koridorda koşturuyordu. Elindeki telefonu sallayıp duruyor, ağzının içinden bir şeyler mırıldanıyordu.
Küfür ettiğini varsayabilirdik.
Takemichi Hanagaki, paldır küldür çıktı koridorun sonundaki odadan. Üstünü başını düzeltmek için büyük bir gayret verirken kapıyı arkasından kapamadan önce sevgilisini beş dakika içinde geri döneceğine ikna etmeye çalışıyordu.
"Söyleyeceğin şey önemli değilse odaya geç, seni de bir sikeyim Mitsuya." Sinirli bir şekilde tıslamasının ardından hızlı adımlar ile mor saçlı oğlana ilerledi.
Diğerinin onu duyacak hali yoktu, telefonunu çocuğun eline tutuşturdu resmen titreyerek.
"Şurada bir orospu çocuğu var, bak şu işte, evet. Bulsana onu bana."
Takemichi tek kaşını kaldırırken telefonu alıp mesajları incelemeye başladı. Kısa süreli bir sessizlik ile ikisi de orada dikilmişti.
"Vay be," diye mırıldandı sarışın olan.
"Ben olsam Hakkai'yi bırakır, bu çocuğu alırdım."
Sırıtarak konuşmasına rağmen dayak yemekten korkarak gülüşünü durdururken boğazını temizledi.
"Tamam, ben hallederim bunu."
"Emin misin, bulabilirsin değil mi?" Takashi Mitsuya güvensizlik çekerek sorgularken alınmış gibi baktı ona arkadaşı.
"Bulurum dedim ya oğlum, al telefonunu. Ben halledeceğim." Böylece derin bir iç çekerek başını salladı ve telefonunu geri aldı mor saçlı çocuk.
"Telefon lazım olmayacak mı?" Takemichi cıkladı.
"Sen takılma detayına, bulacağım ben." Cümlesinin yarısında oğlanı inceledi.
"Domates gibi olmuşsun sinirden, var demek ki bir bok. Haber veririm sana akşama doğru, uzun da sürmez."
Konuşmalarının sonunda Takemichi, çığlık çığlığa tepinen sevgilisinin yanına geri döndüğünde, koridorda bir süre daha dikilerek anlık duyduğu zevki yaşıyordu Takashi Mitsuya.
"Belanı sikeceğim senin," diye söylendi dişleri arasından.
"Görecek o, piç kurusu."
Aynı esnalarda kulağı çınlayan Hakkai Shiba, elindeki kalın roman ile parkın kuytu köşesindeki bankalardan birine çöktü ve rahat bir tavırla bacak bacak üstüne attı.
İçinde gram korku yoktu, bulunmaktan ürkmüyor aksine, bunun çoktan zamanının geldiğini düşünüyordu.
Artık işleri yokuşa sürüp uzatmanın gereği yoktu. Beğensin ya da beğenmesin, Takashi Mitsuya, gerçekleri öğrenmeliydi.
Anksiyetik düşüncelerinden uzaklaşmak için kitabına gömülürken aradan birkaç saatin geçtiğini ve anıp durduğu oğlanın, yanına oturduğunu fark etmemişti.
Mor saçlı olan kafasını dağıtmak için dışarı çıkmış ve ne tesadüf(!) Hakkai'yi görüvermişti. Fırsatını bulmuşken de çocuğa eşlik etmenin bir sakıncası olmazdı sanırsa.
Bir süre yan yana oturdular. Hakkai dönüp de ona bakmadı.
"Merhaba," dedi en sonunda Takashi.
Öbürünün bakışları çok kısa bir an ona çevrildi. Başını selam verir gibi sallayarak bir şeyler söylemekten kaçındı.
Yeniden sessiz kaldılar. Mor saçlı olan bayağı ezik hissetti o anda. Bu kadar çabalamam hoş değil, diye düşündü. Yüzünü buruşturdu sonrasında. Eğer sonunda Hakkai ile çıkabilecekse daha beter şeyler yapabileceğine karar verdi.
Oturmaya devam ettikleri süreçte, telefonu çaldı. Arayan kişi Takemichi'ydi. Beklediğinden kısa sürmüştü bu iş.
"Buldun mu?" diyerek açtı telefonu heyecanla. Hakkai'nin bakışları gizlice ona doğru döndü.
Takashi Mitsuya, sessizce dinledi oğlanı bir süre. Dudakları aralık kalırken bakışları dalmıştı ve cevap veremiyordu.
Yüzünde herhangi bir şaşkınlık izi yoktu, onun yerine hiçbir şeye anlam veremediğini gösteren şekilde kaşlarını çatmıştı.
En sonunda telefonu kapadı. Hakkai'nin kalp atışları hızlanmadı ya da nefesi tıkanıp kalmadı. Bir an dahi olsun korkmamıştı.
"Biraz hızlı oldu," diye mırıldandı sadece. Elindeki kitabı hemen yan tarafına bırakırken kendisine dönen bakışlardan kaçınarak gökyüzünü izledi.
"Beklediğin gibi biri miyim?" Diğeri cevap veremedi. Sadece oğlanı izlemeye devam etti.
Hakkai, bir şeyleri açıklasam iyi olur, dedi içinden.
"Kusura bakma," derin bir iç çekti.
"Çocukça davrandım, bulduğum her şekilde seni etkilemeye çalıştım. İşin ucu nereye gider bilemedim ve sonucu umursamadım."
"Ne yaparsam yapayım istediğim şey olmadı yine de. Bu şekilde istemiyordum ben. Ama bunu unutmuştum bir süredir demek ki. Hatırlattın, sağ ol. Seni kırmayı istemedim, bence de kırmadım hiç."
"Artık iki kişi olmak istemiyorum. Aptal ve alaycı bir sapık ya da partide tanıştığın oğlan olmak istemiyorum. İsteseydim bile yapamazdım bunu. Ben o kadar cesur, o kadar havalı biri değilim. Cidden üzgünüm." Sustu.
"Uğraştırdığım için özür dilerim."
Yeniden sessizliğe gömüldüler. Birileri üzerlerine toprak atmış gibiydi.
"Hakkai?" dedi Takashi Mitsuya. Ellerini izlemekle meşguldü.
"Efendim."
"Benden hoşlandığın konusunda rol yapıyor muydun?" Hakkai, gözlerini kırpıştırdı.
"Hayır, asla. Asla yapmadım. Yapamazdım." Diğeri yavaş yavaş kafasını salladı.
"Anladım."
"Yarın takılalım mı biraz?" Bir anda dönerek sorduğunda, mavi saçlı olanı şaşkınlığa uğratmıştı. Kekelememek için aklını toplamaya çalıştı zavallı çocuk.
"Neden?" Tek bir kelime edebilmişti zaten.
"Seninle zaman geçirmek istiyorum," Takashi, konuşmasının arasında hafifçe gülümsemeye başladı. Sanki, karşısındaki kişiyi rahatlatmak istediği kadar kendini de telkin etmeye çabalıyordu.
"Nasıl biri olduğunu ve yine de senden hoşlanmaya devam edip etmeyeceğimi görmem lazım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grammar lessons - mitsukkai
FanfictionMitsuya'nın ingilizcesi kötüydü ve ona ders çalıştırabilecek kimse yoktu. Tek bir kişi hariç. || yarı texting tamamladım?