on dokuz

689 92 64
                                    

Beyaz duvara yasladığı yanağını zorlukla geri çekerken beline biraz daha dolanan ve baldırları ile kasıkları arasında mekik dokuyan ellerin sahibine yan bir bakış atmaya çalıştı.

Alnından akan ter damlası boynundan aşağı kaydı. Bedeninin her köşesinde hissettiği duygunun etkisi altında sarsılıyor ve kasılan çenesini bir an dahi kapatamadan kısık inleyişlerinin yankılanmasına izin veriyordu. 

Suratını buruşturarak belini doğrultmaya çalışırken uzun boylu olanın öpücük selinden kurtulmaya ve cümlelerini toparlamaya da ayrı bir gayret sarf ediyordu.

"D-dur biraz," diye fısıldadı en nihayetinde. Hemen ardından derin derin nefesler almış ve tekrardan inlemişti. Hakkai bir an duraksadı böylelikle.

"Canını mı yakıyorum?" diye sordu endişe ile. Yanlış bir şey yapmadığına da emindi oysaki. Fazlasıyla kibarım, demişti içinden de.

"Hayır," iç çekti Takashi Mitsuya.

"Bana biraz izin ver." Kendine gelebilmek ve aklını toplayabilmek için zamana ihtiyacı vardı.

"İlk kez sevişmiyoruz, yoruldum sadece." Çabucak pes etmekten utanç duyarak açıklama yaptığında geri çekilmek için hazırlandı diğeri.

"Sonra da devam edebiliriz, solgun görünüyorsun zaten. Biraz uyuyalım." Oğlanın kulağına eğilip tatlı bir tavırla konuştu, bundan önce. Çocuğun suratını duvardan ayırmasını sağlayıp kollarını karnına dolamış ve parmaklarını göğsüne doğru uzatarak teninde gezinmeye başlamıştı. 

Uzun ve kemikli parmakları hiç durmadan hareket ediyordu. Takashi bunun için ona kızmak istediyse de sesini dahi çıkaramadı. Göğüs ucunu nazikçe sıktıran iki parmağa sinirlice vurdu sonrasında.

"Oyalanma da devam edelim." diye söylendi. Hakkai güldü ve hınzırca sırıttı.

"Dinlendin mi sevgilim?" Mor saçlı olan dişlerini sıktırdı. 

"Dayak mı istiyorsun Hakkai?" bağırırcasına konuştuğu zaman ağzına kapanan eller ile boğuldu sesi.

"Sessiz ol ama," mırıldanırken yavaş ve yoğun hareketlerine devam etti boyca uzun olan.

"Belini bük biraz." Oğlanın kalçasını kendine bastırarak eğilmesini sağladı daha fazla. Mor saçlı çocuğun yarım yamalak duyulan inlemeleri kulağına tatlı bir melodi gibi geliyordu.

Gözlerini kapayarak rahatlamaya ve anın tadını çıkarmaya baktı. Başını geriye atarken kendi de yoğun bir hırıltı çıkardı boğazından.

"Ne kadar sıcacıksın.." diyerek sarmaladı oğlanı. Terden buz kesen teninden bahsedilmediğini çok geç anlamıştı Takashi Mitsuya.

Ayak parmaklarına inen gözleri ile fark ettirmeden ve sessizce bacaklarından aşağıya kayan sıvıyı gördü. Dudaklarını birbirine bastırarak başını yana çevirdi.

Bu kadar da olmaz ama, diye söylendi içinden. Beş dakika geçmedi ki? Ben beş dakikada boşalacak biri miyim? Kesinlikle hayır.

"Taka-chan?" Hakkai konuştu. Diğeri cevap veremedi.

"Duş almam gerek," diye mırıldandı. Sesi kediden halliceydi. Yorgun bakışları ile duvardan ayrılmaya çalıştığı esnada bileğinden tutularak döndürüldü ve suratı sevgilisinin çıplak göğsü ile buluştu.

"İlk önce uyuyalım, acelesi yok." Oğlanın bacaklarını kavrayarak kendi beline sardı ve yatağa uzandı Hakkai Shiba.

Takashi Mitsuya, birlikte uyudukları birkaç saat içinde, hayatı boyunca hiç bu kadar rahatlamış hissedip hissetmediğini düşündü. Kollarının arasında olduğu kişiyi deli gibi sevdiğini, onun da aynı duyguları paylaştığını biliyordu.

Hakkai öylesine ince fikirli, öylesine nahif biriydi ki, bazı zamanlar onun yanında kalpsiz ve öküz gibi göründüğünü düşünüyordu.

Bakıma muhtaç bir bebek gibi davranılıyor ve her şekilde ilgiye boğuluyordu. Böyle birini hak ettiği gerçeğine imkan veremiyordu mor saçlı olan.

Ancak endişe ettiği bir başka şey de, Hakkai'nin son zamanlardaki haliydi. Biraz olsun durgun ve ürkek göründüğünü herkes anlayabilirdi.

Yakışıklı ve tatlı sevgilisine ne olduğunu öğrense iyi ederdi, çünkü itiraf edemese de onu böyle görmekten haz etmiyordu.

Çok geçmeden, hatta aynı günün akşamı, bir şeyleri çözmüştü aslında.

Yatağın içinde dönüp durdu ve buz kesen çıplak bacaklarından hoşnutsuzluk duydu. Yanındaki bedenin yokluğuna anlam veremezken yarı kapalı gözlerini karşı koltukta oturan kişiye çevirdi.

Hakkai Shiba, huzursuz bir ifadeyle bacağına dayadığı dirseğine yaslanmış, telefonla konuşuyordu.

Bacaklarını kapama görevini dahi beceremeyen şortundan başka şey yoktu üzerinde. Boynunda ve omuz başlarında, önceki günlerden kalma ısırık izleri dikkat çekiyordu.

"Bu dönem gelmeyeceksin sanıyordum," diye mırıldandı ürkekçe. Sesi titremişti. Biraz duraksadı.

"Hayır, hayır... Hayır, tabii ki gelmelisin. Evet, ben de seni özledim... Ne zaman geliyorum demiştin? Anladım. Peki, evet bir sorun yok. Yine ararsın beni, ne zaman geleceğini söylersen etrafı falan toplarım... Hayır, dağınık değilim. Evet, tamam. Tamam, ben de seni."

Tüm konuşması boyunca ilk defa nefes aldı uzun boylu olan. Dakikalar boyunca suratı kasılmış, yüzü şekilden şekile girmişti. Sesindeki samimiyetsizlik öylesine elle tutulurdu ki, kaşlarını çatarak yerinde doğruldu ve oğlanı dikkatle dinlemeye koyuldu Takashi.

Telefon görüşmesinin ardından -ki çok garip bir şekilde, yataktaki oğlanın uyandığını fark etmemişti, Hakkai- gözlerini beyaz duvara dikti ve öylece kaldı.

Onu bu denli stres altına sokan kişinin kim olduğunu bilmese de fena halde gerildi Takashi.

"Hakkai?" dedi. "İyi misin?"

Diğerinin elindeki telefon bir anda yere düşerken irkilerek kendine geldi çocuk. Gözleri dolar gibi olduysa da belki etmemek adına başını iki yana salladı.

"Uyandın mı?" diye fısıldadı. Sesi güçsüzdü.

"Yanına geliyorum, biraz daha yatalım."

Takashi ona karşı çıkamadı. Keza oğlanın buna öylesine ihtiyacı vardı ki, kendisinden kalıpça ufak olmasına rağmen sevgilisinin kolları arasında büzüştü ve hemencecik uykuya daldı tekrardan.

Mor saçlı olanı da birçok soru ile baş başa bıraktı tabii.

grammar lessons - mitsukkaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin