Mitsuya:
Hakkai
Nerdesin
Mesajlarıma bak
Merak edeceğimi, ettiğimi biliyorsun
Sadece şu mesajlara cevap ver
Başka bir şey istemiyorum
Sikeyim, bak şu mesajlara?
Hakkai sana diyorum
Bak dedim
Hakkai:
Dışarıdayım
Konuşuruz sonra
Mitsuya:
Ne
Dışarıda nerdesin
Sekiz saat oldu amına koyayım
Aldın başını gittin
Haber bile vermedin
Ne yaptığını zannediyorsun sen?
Hakkai:
Sonra anlatırım şu an müsait değilim gerçekten
Mitsuya:
Ne demek müsait değilim
Hakkai biz seninle öylesine sohbet eden iki insan mıyız sence?
Bir bok oldu ve bana anlatmıyorsun bak
Kaç gündür sikik sikik hareketler yapıyorsun
Ne olduğunu bile söylemiyorsun
Ben senin için neyim şu an
Hakkai:
Mitsuya sonra konuşmamızı rica ediyorum gerçekten
Kırıcı bir şey söylemek istemiyorum
Mitsuya:
Bana ne olduğunu anlatsan seni köşeye atacak
Kızacak değilim
Lütfen bir şey gizleme yardım etmek istiyorum
Hakkai
Seni seviyorum
Lütfen
Hakkai:
Bir sokak ötedeyim
Gelip beni al
-
Takashi Mitsuya neler olduğunu bilmiyordu. Hakkai'nin neden böyle davrandığını ya da daha doğrusu, neyden bu kadar cok korktuğunu anlamıyordu.
Birkaç gündür aynı gergin tempoda dolanıp duruyordu oğlan. O sabah da yine uzun uzadıya telefonda konuşmuş ve ağzının içinden anlaşılmayan sözler zırvalayıp çıkmıştı evden.
Mor saçlı olan onu yalnız bırakmanın faydası olacağını düşündüğü için bir şey söylemek istememişti ancak, cidden de neredeyse sekiz saattir haber alamıyordu çocuktan.
Kafayı yemek üzereydi ve oldukça da kızgındı.
Ne olursa olsun Hakkai'nin bu kadar sorumsuz davranmaya hakkı yoktu. Ona azıcık olsun bağırıp çağırmak istiyordu kesinlikle.
Hızlıca hazırlanıp evden çıktı. Saatler akşam üstünü gösteriyordu. Hava yavaştan kararmaya başlamıştı ve sokaklar bomboştu.
Hava serinlemeye başladığı için yanına fazladan bir ceket almıştı. Oğlan için deli gibi endişelenmişti zaten. Bir de üzerine hasta olmasına dayanamazdı.
Hakkai'yi bozuk bir içecek makinesinin köşesinde beklerken buldu.
Uzun boylu silüet bir omuzunu makineye yaslamış, başını önüne eğmişti. Ayak seslerini duymasına rağmen kafasını kaldırıp da gelene bakmadı.
Çatık kaşları ile ona yaklaşan Takashi Mitsuya, elini ona doğru uzattı ve çocuğun çenesini sertçe yukarı kaldırdı.
Karşılaştığı tek şey ölü gibi bakan kızarık gözler ve şişik dudaklar olmuştu.
Hakkai burnunu çekti ve başını diğer tarafa çevirerek ellerini cebine soktu. Diğerinin laf söylemesine imkan bırakmamıştı bu haliyle.
Perişan görünmesinin yanı sıra, her an bayılabilirmiş gibi de bir izlenimi vardı. Bu durumdan biraz ürkerek dudaklarını birbirine bastırdı ve elini oğlanın omuzuna koydu Takashi.
Bununla birlikte bedeni ileriye çekildi ve uzun kolların arasına hapsoldu. Dakikalar boyunca öyle kaldılar.
"Eğer," dedi. Az önceki sinirini unutmuştu kısaca olan.
"İstemezsen anlatma ama, eve dönelim."
Hakkai Shiba burnunu çekti.
"Ağabeyim geliyor," diye cevapladı.
"Gelmesin istiyorum." Başka bir şey söylemeye derman bulamadı içinde. Sarılışının sıkılığı artarken iç çekerek hıçkırdı. Böylelikle onu konuşmaya zorladığı için kalbi acımıştı Takashi'nin.
"Hakkai," fısıldadı usulca.
"Neden bu kadar korktuğunu anlamıyorum ama ben seni korurum." Çocuğun ağlayışına daha fazla dayanamayarak sulanan gözlerini yumarken güven verircesine konuştu.
"Yemin ederim seni her şeyden korurum."
O akşam birlikte eve döndüler. Oğlanı yanına çekip dizine yatırdı mor saçlı çocuk. Uzun saçlarını parmaklarına dolayarak kafasına masaj yaptı. Ara ara gözlerinden akan yaşları sildi ve ellerini öptü.
Onu bir daha asla böyle görmek istemediğine emindi.
"Ağabeyini dövelim mi?" Sordu, huysuzluk ile. Hakkai, hafifçe tebessüm etti.
"Benim için endişe etme." dedi. Kızgın bakışların hedefi olmuştu böylelikle.
"Ne demek, endişe etme? Kendini benim gözümden görebilsen uzanıp sarılırdın, emin ol."
Diğeri cevap vermedi, veremedi.
"Sadece yanımda olmaya devam et, senden başka hiçbir şey istemiyorum." Bir süre sonra yalvarırca mırıldanmıştı.
Hakkai ve ailesinin arasında olanları anlatabilecek, neredeyse kimse yoktu. Özellikle de oğlanın kendisi, ağabeyi hakkında düşünmek bile istemiyordu.
Onunla yüz yüz gelmek bir kabustan ibaretti. Üstelik daha zihinsel olarak hazırlanamamıştı gelişine. Takvimini öne çektiği için lanetler okudu ağabeyine.
Ona neden hala, ağabey, dediğini bilmiyordu. Bunu hak eden biri değildi. Yine de diyordu. Aptalın teki olmalıydı. Kesinlikle öyleydi.
"Sadece, önümüzdeki birkaç gün pek fazla görüşebileceğimizi sanmıyorum. Sana uyar mı?"
Takashi Mitsuya'nın yüzü aniden düşse de ifadesini hızlıca gizledi. Gözlerini devirerek gülmüştü.
"Hayranın değilim Hakkai, birkaç gün güzel yüzünü görmesem ölmem herhalde." Sevgilisinin gözleri kısıldı ve dolgun dudaklarında bir başka tebessüm oluştu.
"Özle beni, olur mu?"
Eğer mor saçlı olan yapabilseydi o anda, şimdiden, derdi.
Şimdiden özledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grammar lessons - mitsukkai
FanfictionMitsuya'nın ingilizcesi kötüydü ve ona ders çalıştırabilecek kimse yoktu. Tek bir kişi hariç. || yarı texting tamamladım?