"Ne demekti bu?"
Hakkai sordu. Takashi ise cevap vermemek için elinden geleni yaptıysa da en sonunda suratını buruşturarak omuz silkti.
"Ne demek olduğunu biliyorsun işte." Ağzının içinden mırıldanıp durmuştu.
Yolun ortasında dikilmiş birbirlerine bakakalmışlardı. Mor saçlı olan gözlerini kaçırınca iyiden iyiye sinirlendi diğeri.
Hadi ama, ne düşünmeliydi bunun üzerine?
Hakkai, olmadık yere heveslenmekten nefret ederdi. Çocuğun sözlerini ne denli ciddiye almalı ya da önem göstermeliydi, bilmiyordu.
Her şeyden öte, onun sevgisinden emin değildi hala daha. Bu duruma üzülüyor, elbette en çok kendisini suçluyordu.
Sinir içinde dişlerini sıktırarak kendisine bakmakta olan surata doğru tısladı.
"Siktir git," arkasını dönerken söylenmişti.
"Ne bekliyordum ki senden?"
Takashi Mitsuya şok içinde oğlanın ardında kaldı. Az önce gayet de güzel bir ilânı aşk yapmıştı. Buna rağmen azar yiyen kişi yine kendisi olmuştu.
Ne yapsam yaranamıyorum, diye homurdandı. Uzun boylu olanın peşinden koştururken nefes nefese kalmamak pek zordu.
"Dursana sen bir," diye bağırdı en sonunda, çocuğun kolunu yakalarken.
Hakkai'nin nemli gözleri üzerine döndü.
"Bıraksana sen artık beni." Acı çeker gibi konuştu ağlamaklı bir tonda.
İkinci defa şaşkınlıktan dilini yutacak kıvama geldi Takashi.
"Hakkai," dedi. "Arkadaşın olacak piçe laf ettim diye mi kızıyorsun?" Anlamayarak sordu.
"Sana yürümesine izin verdiğin için ben de bir şeyler yapayım de-" diğeri sıkkınca ittirdi onu.
"Ne boktan bahsediyorsun sen?" Âdeta haykırmıştı. Sokağı birleştiren ıssız evlerin duvarları sesi ile yıkanmıştı.
Onu hiç, bu halde görmediğini düşündü Takashi. Kızgın, yorgun ve kırılmış.
"O gün balkondayken de farklı bir şey yapmadın. Bekliyorum, bekliyorum, sadece bekliyorum. Şimdi de böyle cümleler edip köşene çekiliyorsun." Sesi titremeye başlarken sağ gözünden aşağıya haşin bir damla yaş aktığını zannederek elini yanağına götürdü.
"Aptalım işte ben, duymadan inanmam, görmeden de. Ne sikinim ben senin? Neyinim, tanrı aşkına bir şey söyle."
Titrereyerek konuşmasının ardından bir an sustu yine. Karşısındakinin bir şeyler demesi için dua ettiyse de, tanrının günahkârların dualarını kabul etmediğini biliyordu.
"Üzerime vazife olmayan her şeyin yükünü taşımaktan bıktım ben."
En nihayetinde ağzını açma cesareti gösterebilen Takashi Mitsuya, tekrardan oğlanın bileğini tuttu, kaçmasından korkarak. Gözlerinin içine ciddi bir ifâde ile bakmayı da eksik etmemişti.
Hakkai ise ona bakmamakta ısrarcı gibi dalgın gözler ile boşluğu seyredercesine duruyordu önünde.
"Hakkai..." dedi, dikkatini çekmek amacıyla sesini pek yumuşak bir tonda kullandı.
"Senden hoşlanıyorum, çok hem de."
Aynı şekilde, çok nazik ve kibarca söyledi cümlesini.
Hakkai'nin göz bebekleri büyüdü, tüm bedeni elektrik akımına tutulmuşcasına zangırdadı. Elini prize soksa, canının daha az yanacağına emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grammar lessons - mitsukkai
FanfictionMitsuya'nın ingilizcesi kötüydü ve ona ders çalıştırabilecek kimse yoktu. Tek bir kişi hariç. || yarı texting tamamladım?