"𝑏𝑎𝑠̧𝑘𝑎 𝑡𝑎𝑏𝑖𝑝 𝑖𝑠𝑡𝑒𝑚𝑒𝑚, 𝑠𝑒𝑛𝑠𝑖𝑛 𝑑𝑒𝑟𝑑𝑖𝑚𝑒 𝑐̧𝑎𝑟𝑒..."
Bozkır nedir? Kurakçıl bitkilerden meydana gelen ve sıcak iklimlerde bulunan doğal alan mıdır? Yoksa daha da fazlası mı? Burada yaşamayan, havasını hissetmeyen, suyunu içmeyen insanlara göre sadece coğrafik bir terimdir belki fakat bizler için bu bambaşkaydı. Bir de yanına yörük kelimesi yanaştı mıydı, bu daha da özel bir anlam kazanırdı. Kıtlık, susuzluk, soğuk ve hastalıkla mücadele ederlerken yeryüzüne, insanlığa örnek olacak sistemler kurup yönetenler. At yularlarını, eyerleri, kilimleri ve halıları onlar bulup dokuyanlar. Kilidi, anahtarı bilmeyip; çadırları, yürekleri ve sözleri gibi insanlığa açık olanlar. Yaşamları sade ve yalın olanlar. Gittikleri yerlerin kültürleriyle kolay kaynaşan insanlar. Hangi din ve ırktan olursa olsun tüm insanlar onların, onlar da tüm insanların sofrasında yer alan güzel kalpli insanlar. Yörük nedir ben hep böyle bildim. Yürümekten gelirmiş kökü. Bu yüzden yürümek de çok önemli olmuştur benim için. Gözlerimin önünde bozkır, aklımda hayat ile ilgili düşünceler, yanımda üç valiz ve canımdan çok sevdiğim babam. Bir de inatçı ama canımdan öte olan abim. Gedelli tabelası gözümüzün önünden geçtikçe anlamıştım, her şey yeniden başlıyordu. İlçenin kalabalığı biz otobüsten indikten sonra çil sürüsü gibi dağılmıştı. Şimdi ise içinde bulunduğumuz bu gelin gibi güzel süslenmiş olan arabada huzuru arıyorduk. Sessizlik ve suratımıza vuran havayla beraber. Gözlerim babama döndü, araba duraksamıştı.
"Babam, hadi. İnelim mi? Geldik."
Huzursuz bir hali vardı. Endişeli, mutsuz.. Gedelli'ye geri dönmek istediğini söylediğinde abimle o kadar sevinmiştik ki, şu an mutsuz oluşu yeniden üzmeye yetmişti bizi. Gözlerimizle anlaşıyor olmamıza rağmen bu anlaşılırdı. Yavaş hareketlerle arabadan indi, bir valizi kendisi aldı. Bizi bile beklemeden ilerlemesiyle abimle ne yapacağımızı bilememiş, arkasından atlı kovalar gibi ilerlemiştik. İnsanların meraklı bakışları arasında ilerlemek zor muydu? Bilememiştim. Alışık olmadığımız içindi belki de. Kahve ve çay içen, gülüş sesleriyle dolu dükkanın önünden geçerken bir ses duraksamama sebep oldu. O kadar doluydu ki aklım, ne dediğini bile duyamamıştım.
"Buyurun? Kusuruma bakmayın, anlamadım ne dediğinizi."
"Şu önden giden Kilimci Deli Mithat değil mi? " dedi adam, "Senelerdir yoktu. Sağ mıymış?"
Kilimci Deli Mithat. Kime göre delilikti? Deli ne demekti? Akılının iplerini kaçıran, artık hayatın kıymetini bilmeden boş bir vücutla yaşamak mıydı? Bazıları için duygularından sıyrılarak durgun bir mahlukat olmaktı belki de. Kimi zaman bir şeyler fazla gelir ya insana, gördükleri dayanılmaz olur, tükenmez bir his vardır içinde, acı dese acı değil, öfke dese öfke değil, yalnızlık hiç değil. Babamın ulaşmak istediği noktaydı işte bu. Boşluk. Huzur. Bireycilik? Yanlızlık. Sorularımızın cevaplarını biz de alamazdık.
Başımı dik bir şekilde kaldırarak gözlerimi karşımdaki adama çevirdim. "Siz kimdiniz?" diye yönelttim sorumu.
"Ben Rıfat. Kellerin Rıfat. Buraların saygıdeğer bir esnafıyım. Sen kimdin?"
Gülümsememi tutamamıştım elbette ki. Şaşkın bir duruşu olduğunu belli etmemeye çalıştıkça daha fazla belli ediyordu aslında. Kelimelerimi nasıl cümleye döksem bilememiştim.
"Memnun oldum, Rıfat. Benim babam deli değil. Şu taraftan bakabiliriz. Sınırları aşmak, dalgaları aşmak, kendini aşmak. Kendini bulma yolundadır belki? Rast gelsin, iyi günler."
Kimseye karşı kaba olmak yoktu harcımda. Kabalıkla ne zaman bir iş çözülebilmişti ki bu dünyada? İnsanoğlu bunun tersini gösterse de gerçek dünyada, yine de benim gerçeğim buydu. Önemli olan da bundan sapmamaktı zaten. Gözlerim tabelalarda, yoldaki taşlarda gezinirken duyduğum sesle irkilmiştim. Üç kişi koşuyor, arkalarından da iki amca hızla ilerliyordu. Tezcanlı halleri kimsenin gözünden kaçmamıştı. Ne olduysa oldu, ben valizimi yerde, bu üç kişiyi de benden özür dilerken bulmuştum birden. Birisi uzun, diğeri sarışın, diğeri ise bıyıklıydı. Böyle tasvir etmek istemezdim fakat elimden ne gelirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝒏𝒆𝒓𝒆𝒅𝒆𝒔𝒊𝒏 𝒔𝒆𝒏? // •gönül dağı fanfic.
Fanfiction•gönül dağı fanfic. "𝖺𝗁 𝗈 𝗀𝗈̈𝗓𝗅𝖾𝗋, 𝖺𝗁 𝗈 𝗀𝗈̈𝗓𝗅𝖾𝗋, 𝗀𝗈̈𝗋𝗎̈𝗇𝖼𝖾 𝗒𝗎̈𝗋𝖾𝗀̆𝗂𝗆 𝗌ı𝗓𝗅𝖺𝗋. 𝗒𝖺𝗄𝗍ı 𝖻𝖾𝗇𝗂 𝗄𝗎̈𝗅 𝖾𝗒𝗅𝖾𝖽𝗂 𝗌𝗈𝗀̆𝗎𝗍𝗆𝗎𝗒𝗈𝗋 𝖻𝖺𝗀̆𝗋ı𝗆ı 𝖻𝗎𝗓𝗅𝖺𝗋. 𝖺𝗁 𝖻𝖾𝗇 𝗇'𝖾𝖽𝖾𝗒𝗂𝗆, 𝖽𝗈𝗌𝗍 𝖻𝖾𝗇...