𝘂̈𝗰̧: "garibi bu hale koyan.."

246 15 8
                                    


Zamanın su gibi hızlı geçiyor oluşu. Bugünlerde sürekli kafamın içinde dolaşıyordu bu durum. Belki yaşım çok yoktu, belki zamanı düşünmek için acele bile ediyordum ama çevremde o kadar yaşlanan, değiştiğine ve yetişemediğime inandığım durum, hatta kişiler vardı ki zamanı düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Hafta sonu boyunca Zahide abla beni gezdirmiş, unuttuğum kişileri hatırlamamda bana yardımcı olmuştu. Hatta uzun çocuk, sarışın ve bıyıklının, yani Ramazan'ın onun akrabası olduğumu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Taner'i tanımamış olmama şaşırıyordum aslında. Zahide Abla bana yardıma gelirken bazen peşinden o da gelirdi fakat insanlık hali işte. Üzerinden zaten seneler geçmişti fakat ben yine de mahcup hissetmekten kendimi alıkoyamamıştım. Utanç naylonsa, mahcubiyet ipektir, demişti Zahide Abla. Bu yüzden biraz da olsa yatışmıştı duygularım. Pazartesi ise iş başı yapmış, sonunda çocuklarımla tanışabilmiştim. Çalan zil ile beraber eşyalarımı almış, öğretmenler odasından çıkmıştım. İngilizce öğretmeni olmaya nasıl karar vermiştim, bilemiyordum. Belki de küçüklüğümde yabancı insanların konuşmalarını biraz da olsa anlıyor olabilmek düşüncesi heyecanlandırmıştı beni. Şahsi fikrime göre İngilizce öğrenmek, ne kadar küçük yaşta başlanırsa o kadar başarı sağlanan bir durumdu. Ne yazık ki günümüz koşullarında İngilizce bilmek her açıdan önem arz ettiğinden, imkanı olan anne babaların çocuklarını küçük yaşta İngilizce öğrenmeye yöneltmeleri, onların ileride çekeceği sıkıntıları ortadan kaldırıyordu.  Buna durumu olmayan aileler ise kendi çaplarında bir yol kat ediyorlardı. Ben de o kesimden birisiydim. Özel ders, İngilizce kursları ve bunun gibi aktivitelere verecek yeteri kadar paramız yoktu. Bu yüzden kendimce öğrenmek için elimden geleni yapmıştım, ki abim bu konuda en büyük yardımcım olmuştu. Sevginin, bağlılığın, adanmışlığın en güzel örneklerine tanık olmuş bir insandım. Çocukları, onların geleceklerine dokunabilmeyi çok seviyordum. Beni huzura erdiren bir şeydi. Kadın için en ideal iş olarak gösterilirdi. Bence bu kadar yüzeysel değildi bu. Ne kadın olmak ne erkek olmak yeterli sayılmamalıydı öğretmen olmak için. Ayrıca öğretmen olmak, sadece kelime ya da gramer öğretmek demek miydi? Hayır, mesleğin de ötesindeydi. Mesleğimin güzelliklerini sorgularken günüm gelmiş geçmiş, son dersime girip çıkmıştım bile. Okulun merdivenlerinden tam inmişken arkamda duyduğum ince seslerle beraber arkama döndüm. Üç tane güzellik tam karşımdaydı. İsmet, Sedef ve Erkan. Zahide ablanın çocuğu olduğunu duyduğumda suratımdaki şaşırmış ifadeyi kolay kolay silememiştim. Başına gelenleri az da olsa bana anlattığında ise kalbimin bir kenarında ağrım artmıştı. Ne kadar zor zamanlar geçirmiş, zor insanlarla mücadele etmek zorunda kalmıştı kim bilir?  Sefer abi ile evli olduğunu öğrendiğimde bu haber kalbime merhem olmuştu. Sefer abi iyi birisiydi, herkes onu seviyor ve sayıyordu görüldüğü kadarıyla.

"Öğretmenim, bizim eve gelseniz olur mu?" demişti Erkan. En büyükleri oydu. Hala bir çocuk olmasına rağmen içinde annesini koruyor olan büyük bir adam vardı.

"Evet Cennet abla ne olur! Lütfen gel, oyuncaklarımla oynarız hem." İsmet en küçükleriydi. Bana hemen kanı ısınmıştı, abla diye peşimde dolanmıştı hep. Ben de onları çok sevmiştim, yalan yoktu.

"Akıllım okulun içinde neden abla diye bağırıyorsun öğretmene?" Sedef de ise Zahide Ablayı görüyordum. Konuştuğu zamanlar kullandığı tonlamalar, surat ifadeleri aynı Zahide ablayı anlatıyordu bana. Biz de onun yaşlarındayken, hatta daha küçükken tanışmıştık. O kadar garip geliyordu ki bana.  İlk olarak İsmet'in, sonra ise diğerlerinin  "ben seni çok seviyorum" deyip boynuma sarılmalarıyla yaşamış olduğum mutluluğu ve huzuru başka bir şeyde bulmamıştım. Üstelik onlar kendi çocuğum bile değillerdi. Zahide Ablamın canlarıydılar, yani benim de canlarımdılar. Suratımda büyük bir gülümsemeyle İsmet'in elinden tutarak Erkan'a döndüm. 

𝒏𝒆𝒓𝒆𝒅𝒆𝒔𝒊𝒏 𝒔𝒆𝒏? //  •gönül dağı fanfic.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin