On beş gün. Biz Gedelli'ye geleli on beş gün olmuştu. Hatta daha da fazla bile olmuştu. Yaklaşık bu on beş gün içerisinde iş takvimimi yoluna koymuş, yeni edindiğim arkadaşlarımla biraz daha yakınlaşabilmiştim. Şimdi ise huzurlu bir biçimde evimin bahçesinde, elimde bir çapa, kulağımda ise Fikrimin İnce Gülü'nün sözleriyle beraber aile bahçemizi renklendirmeye çalışıyordum. Çiçek ekiyor olmuşumun beni en çok mutlu olan tarafı başka bir nedendi aslında; babam uzun süre sonra konuşmuştu. Her zamanki gibi sakin bir gün oluyordu. Hafta sonu kahvaltısı yapmış; abim, ben ve babam çaylarımızı yudumlamıştık. Hangi çiçekleri ekmem gerektiğini, hangilerinin dayanabileceğini konuşurken, abimle kulağımıza ilişen tek şey "sevgi çiçeği" olmuştu. Babam sevgi çiçeği ekmemizi istemişti. Pembe sevgi çiçeklerinden. Neden bunu seçmişti abim de ben de o kadar iyi biliyorduk ki. Annemin en sevdiği çiçeklerdi bunlar.
"Eee, sen böyle bahçıvan gibi mi geleceksin düğüne?"
Elimdeki çapayı duyduğum sesle yere bırakarak gülmüş, omzumdaki bezle ellerimi şimdilik temizlemiştim. Abim çok havalı bir şekilde giyinmiş, sanki dünyanın sahibiymiş gibi evimizin kırmızı kapısının önünde duruyordu. Elindeki kravatları göz hizamda kaldırmış, ciddi bir ifadeyle konuşmaya başlamıştı yeniden.
"Çok önemli bir karar; sence mavi mi kırmızı mı?"
"Hm.. kırmızı. Ben de kırmızı giyeceğim. Kardeş kardeş gidelim olmaz mı?"
Gülerek kafasını sallamış, içeriye girmişti. Düğünleri çok severdim. Küçüklüğümden beri düğünün içerisinde barındırdığı o samimi ortam beni mutlu ederdi. İki hayatın birbirine bağlanıyor oluşu da beni mutlu ederdi. Gülen yüzler görmeyi severdim. Bekar insanlar için de son fırsatlardan biridir düğün, etrafım bunu söylerdi hep. "Düğünlerde keramet vardır" söz öbeği kullanılırdı. Topluma göre yaş ilerledikçe ve katıldığımız düğün sayısı arttıkça insanlar kendilerini hayat treninin hangi vagonunda oldukları konusunda sorgulamaya başlarlar. "Ne zaman evleniyorsun?", "Var mı kızım hayatında birileri?", "Aaa, evde kaldın valla babanlara yazık kızım." gibisinden o kadar çok soru almıştım ki hayatımda, artık bunaltmıştı beni. Bunun dışında düğünleri severdim. Eskiden katıldığım düğünleri pek hatırlamıyordum. Küçük yerlerde düğün, köyün tamamını içine alan bir faaliyet olması nedeniyle bir "bayram" anlamı kazanırdı, büyük şehirlerin aksine. Bu yüzden bugün için çok heyecanlıydım. Taner ve Dilek için güzel olan bu günün bir parçası olabildiğim için çok şanslıydım.
Yaklaşık iki saat sürmüştü hazırlanmam. Duş almak, saçları yapmak, kıyafetleri ütülemek derken iki saat geçmişti bile. Babamın kravatını ütüledikten sonra askıya asarak her şeyi halletmiştim. Hepimiz kırmızılanmıştık, uyumlu olmuştuk. Üzerime kırmızı kısa kollu, bileklerimde biten bir elbise giymiştim. Çok fazla abartı olmak istemediğim için bu tarz bir sadeliği tercih etmiştim. Aynadaki görüntümün açısına abim ve babam girince arkamı döndüm. Askıda, yeni asmış olduğum kravatı babamın boynundan geçirerek ayarladım. Gözleri hep yerdeydi, hiç bize bakmamıştı. "Olsun," demiştim kendimce. "En azından değişiklik olacak eski dostlarını görecek belki, güzel anılarını hatırlayacak."
Meşhur ahşap kapının önü o kadar kalabalıktı ki, sanki 23 Nisan havası vardı sokakta. Balonlar, dans eden insanlar, gülen yüzler. Herkes o kadar mutluydu ki, herkes Taner ve Dilek ile beraber bu zamanı bekliyorlarmış gibi.
"Ah, gızım hoş geldiniz. Buyur içeriye buyur."
Abim ve babam çoktan kendilerine bir masa bulmuş, Muammer ve Hüseyin Amca'nın arasında kalmışlardı bile. Abimle birleşen gözlerimle beraber kafamla kapıyı işaret etmiş, onay cevabını almıştım. İçerisi daha da güzeldi. Süslü Badegül bir yer, bir etkinlik olsa böyle görünürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝒏𝒆𝒓𝒆𝒅𝒆𝒔𝒊𝒏 𝒔𝒆𝒏? // •gönül dağı fanfic.
Fanfiction•gönül dağı fanfic. "𝖺𝗁 𝗈 𝗀𝗈̈𝗓𝗅𝖾𝗋, 𝖺𝗁 𝗈 𝗀𝗈̈𝗓𝗅𝖾𝗋, 𝗀𝗈̈𝗋𝗎̈𝗇𝖼𝖾 𝗒𝗎̈𝗋𝖾𝗀̆𝗂𝗆 𝗌ı𝗓𝗅𝖺𝗋. 𝗒𝖺𝗄𝗍ı 𝖻𝖾𝗇𝗂 𝗄𝗎̈𝗅 𝖾𝗒𝗅𝖾𝖽𝗂 𝗌𝗈𝗀̆𝗎𝗍𝗆𝗎𝗒𝗈𝗋 𝖻𝖺𝗀̆𝗋ı𝗆ı 𝖻𝗎𝗓𝗅𝖺𝗋. 𝖺𝗁 𝖻𝖾𝗇 𝗇'𝖾𝖽𝖾𝗒𝗂𝗆, 𝖽𝗈𝗌𝗍 𝖻𝖾𝗇...