Atlarla yapılan yolculuk bittiğinde atlardan inen adamlar kızları da kucaklayıp indirdiler. Kızların gözleri hala bağlıydı ve kendilerini kollarından hoyratça tutan adamların rehberliğine güvenmek zorunda kalarak sürüklendiler. Merakları ve gerginlikleri hat safhadaydı. Etraftan erkek gülüşmeleri duyuluyor, ter, yanan odun ve hayvan dışkısı kokusu geliyordu burunlarına. Öğle saatleri olduğunu tahmin eden Astasya, yemek hazırlıyor olmalılar, diye düşündü etrafta ateş olmasına şükrederek. Nihayet durdurulduklarında,
''Liyatta?'' diye seslendi Astasya. Kardeşinin ne kadar yakınında olduğunu anlamak istiyordu.
''Buradayım.'' Liyatta'nın sesi ufak bir feryat gibi çıkmıştı.
''Gözlerini çözün.'' Tok erkek sesinin emriyle iki kızın bağları da aynı anda çözüldü. Bir süredir karanlıkta kalan gözlerin ışığa alışması birkaç saniye alırken bir barakada olduklarını anlamaları uzun sürmedi. Kapı ve iki pencereden içeri günışığı vuruyordu. Oturmak ve muhtemelen yatmak için duvarların önüne konulmuş üç sedir göze çarpıyordu. Onlar dışında bir de derme çatma bir masa ve tabureler. Bir köşeye dizilmiş birkaç kılıç ve yay da Astasya'nın gözünden kaçmadı.
Tam karşılarındaysa orta boylu, karanlık çehreli, kırçıl sakallı bir adam duruyordu. Oldukça koyu kahverengi gözlerini sırayla kızların üzerinde gezdiren sert görünüşlü adam sol elinin başparmağını kemerine takıp sağ ayağının üzerine ağırlığını verdikten sonra,
''Lenikov cadıları, nihayet karşımdasınız. Sizi görmek ne şeref.''
''Sen kimsin?'' dedi Astasya ilgiyle. Adam kızı baştan ayağı süzerken,
''Annene çok benzediğin doğruymuş. Onun gibi cadı olduğun da doğru değil mi?''
Liyatta kaygıyla bir adama, bir ablasına bakarken Astasya gayet soğukkanlıydı. Bakışlarını adamdan hiç kaçırmadı, çünkü Desa ormanda yaşadıkları süre içerisinde kendisini bu konuda sürekli eğitmişti. Özel taraflarını sıradan insanların yanında gölgelemesini ve tehlikede olmadığı sürece hiç birine karşı güçlerini kullanmaması gerektiğini iyice kanıksatmıştı. Tabii Liyatta da Yuşhakov sayesinde öğrenmişti benzer bir gölgelemeyi ama şuan karşısında korkunç adamlar varken Astasya kadar soğukkanlı olmakta zorlanıyordu. O hep korunaklı bir dünyada yaşamış, vaktini ya konakta ya da sarayda çevresindeki insanların sunduğu güven duygusunun eşliğinde geçirmişti. Oysa Astasya bebekliğinden beri birçok kez yabancı insanların oluşturduğu tehditlere maruz kalmış, iki sefer ölümden dönmüş ve kötü niyetli insanlar karşısında tecrübe kazanmıştı.
''Annemi tanıyorsun? Peki sen kimsin?'' dedi soğuk bir sesle. O sırada aslında etrafını da gözlemliyordu. İçeride adamdan başka dört kişi daha vardı. İkisi onları getirenler ve muhtemelen diğer ikisi de onlar getirildiğinde içeride olanlardı. Harekete geçerse beş kişiyle ilgilenmesi gerekecekti. O bunları hesaplamaya çalışırken adam pis pis sırıttı. Diğerlerinin aksine onun yüzü sargılı değildi. Yüzünün görünmesinden çekinmiyordu demek ki. Peki onları neden kaçırmışlardı? Yüzü göründüğüne göre artık geri dönmelerine izin vermeyecek miydi yoksa bu pis herif?
''Kim olduğumun önemi yok, ne istediğimin önemi var.''
''Neymiş peki istediğin?'' Astasya içten içe kabaran öfkesinin saçlarında yanan alevlere dönüşmemesi için hakimiyetini korumaya gayret ediyordu. Barakanın dışında bir yerlerde ateş yanıyordu ve ateş cinlerinin fısıltılarını duyabiliyordu. Onlara seslenmesi yeterliydi.
''Yuşhakov'u öldürdüğünüzü biliyorum. Siz iki cadı ve anneniz yaptı bunu. Sonra da onun hakkına kondunuz. Bunda bir sıkıntı yok ama Yuşhakov'un bize verdiği sözler yerine gelmedi. Siz onu öldürerek buna engel oldunuz. Şimdi sizinle ödeşmek zorundayız biz de.'' Adam kızların önüne bir yere rastgele tükürünce ikisi de tiksinerek yüzlerini buruşturdular.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASTASYA 2 / ATEŞ ÇİÇEĞİ
Fantasy2. KİTABIN YAZIMINA ŞİMDİLİK ARA VERDİM. TEKRAR BAŞLADIĞIMDA DUYURU YAPARIM. Bir gece vakti küçük bir bebek ormana bırakıldı. Ölsün diye götürüldüğü orman ona kıyamadı. Mavi gözleri safirler kadar parlak, Kızıl saçları alev alev yanacaktı. Eşsiz bi...