Günümüz
Gözleri karanlığa daha yeni yeni alışıyordu. Uçsuz bucaksız gökyüzü, milyonlarca yıldız, tek evren. Bunları düşündükçe koca evrende ne kadar az yer kapladığını fark etti. O ve diğerleri...Koca evrende tek başınaydılar. Bunları düşünecek vakti yoktu! Bir görevi vardı! Onu bulmalıydı!
Eğer onu bulamazsa hiçbir şey eskisi gibi olmazdı. Birçok kişi hayatını kaybedecekti. Onu bulması gerekiyordu. Peki o kimdi? Hiçbir fikri yoktu. Onun hakkında fazla bir şey bilmiyordu. Neredeyse hiçbir şey! Dragon soyunun ilk ve tek çocuğuydu. O, hiçbir zaman ölmedi. Rönesans Döneminde at arabasındayken olan şeyi kimse tam olarak bilmiyor. Hiç kimse bilmiyor. Tek bildikleri at arabasını bulduklarında on yedi yaşında, kahverengi, kızıl saçlı bir kız buldukları. Araba harap haldeymiş. Her taraf kanla kaplıymış ama ölü veya yaralı yokmuş. Karanlıkta tek gördükleri laciverte yakın koyu mavi gözlerin kendilerine korkuyla baktığıymış.
Silkindi.
Bunları düşünmek istemiyordu. Tek düşündüğü, oydu. O kız. Orada ne olmuştu? Kızın uzun bir süre sonra çocuğu olmuş. Bu tuhaf bir şey değil. Tuhaf olan kimseyle birlikte olmaması. Kimse nasıl hamile kaldığını bilmiyor. Çocuğu doğarken kendisi ölmüş, kızın ruhu çocukta hayat bulmuş. Sadece kız beden değiştiriyor ve yeniden hayata geliyordu. Fakat kendi kendine hamile kalıncıya dek eski hayatını bilmiyor, hiçbir şey hatırlamıyor. O güne kadar! Hamile kalınca tüm geçmişini -Rönesans'tan günümüze kadar - hatırlıyor. Dragon soyunun tek üyesi, soyu her zaman kendisinden oluşuyor. Birlikte olduğu kimse yok! Peki nasıl hamile kalıyor?
Adrian karanlığa bakmaya devam etti. Sessizlik sürüyordu. Aniden! Bir el omzuna dokundu. İrkilmedi. Çünkü elin sahibini biliyordu. O el James'e aitti. Yirmi iki yaşına hapsolmuş, yakışıklı, ölümcül vampir. Kısaca, tehlike. Tanrı vergisi yeteneklerinden birisi buydu. Kendisine dokunan veya kendisinin dokunduğu kişinin tüm geçmişini, sırlarını, hayatında olup biten her şeyi bilmesi. Tekrar hatırlayabilmesi içinse o anı -kendisinin dokunduğu veya kendisine dokunulduğu, her neyse işte- düşünmesi yeterli. Bir başka yeteneği ölümsüz olması. Ona bu görevi veren adamlar -onlardan bahsetmek bile istemiyordu - birçok yeteneği olduğunu söylese de halen daha keşfedebilmiş değil. Adrian yavaşça başını çevirdi. James ona bakıyordu. Yeşil gözleri alev gibi parlıyordu. Kestane rengi saçları dağılmış, düzgün yüz hatları göze çarpıyordu. Üzerinde gri bir tişörtle siyah bir pantolon vardı. Ağzı köpek dişlerinden birini gösterecek şekilde kıvrılmıştı.
Adrian, "Az önce yaptığın şey hiç hoş değildi." dedi. James küstah bir tavırla gülümsedi "Hangisi? Alt tarafı biraz beslendim, ne var bunda?" dedi. " Ne mi var! James insanları öldürüyorsun!" diye karşılık verdi. James biraz sinirlenmişti. Ama sesine yansıtmadı, aynı küstah tavırla " Kızı bulamazsak zaten ölecekler. Ben sadece sayıyı azaltmaya çalışıyorum. Hem beni kim durduracak? Sen mi! " dedi, biraz sesini yükseltmişti. Kahkaha attı, ağzında kan vardı. Adrian gülümsedi.Kahverengi saçları her zaman düzgündü, kalemle çizilmiş gibi düzgün yüz hatları vardı. Gözleri kahverengiydi ve bazen kızıla çalıyordu. Gerçek anlamda yakışıklı ve centilmen. En azından o insan hayatına saygı duyuyordu. James bu gülümsemenin anlamını biliyordu. 'Seni yenebileceğimi biliyorsun' anlamına gelmekteydi. James umursamaz bir tavırla omuz silkti. Evet haklıydı, onu yenebilirdi. Bunu biliyordu. James rahat ve yavaş adımlarla Adrian'ın yaslandığı arabaya doğru yürüdü. Siyah bir Ferrari'ydi. James " Pekala, sıradaki durağımız neresi? Los Angeles, Kaliforniya New Orleans?" dedi. Adrian dişlerini göstererek güldü. "İtalya" dedi ve doğrulup yavaş adımlarla arabaya bindi. Siyah deri ceketini çıkarttı. Siyah tişörtü ve pantolonuyla, arabayla bir bütün olmuştu. Her zaman bu kadar siyah giyinmezdi ama bazen karanlığa karışmak gerekirdi. James halen daha arabaya binmemişti. Adrian başını arabadan çıkardı ve "Yol çok uzun! Bin şu arabaya!" diye bağırdı. Bir dakika sonra James arabaydı. Yeşil gözlerinde biraz hüzün vardı. Adrian soru sorma gereği duymadan arabayı çalıştırıp sahil yoluna girdi. Çünkü James'in neden üzüldüğünü biliyordu. Bir zamanlar evi oradaydı.
+×+
Rönesans
İtalya'nın en gözde yerindeydi. En azından ona göre öyleydi. Her taraf ağaçlarla kaplıydı. Ormanın göbeğinde bir yerde tek başınaydı. Ormanda dolaşıyor, her yeri keşfediyordu. Bir ses duydu "James!". Biri kendisine sesleniyordu. Bu kadife gibi yumuşak sesin kime ait olduğunu biliyordu. Bu ses annesine aitti. "James! Nerdesin? Eve gel artık." diye seslenmeye devam etti Aria. Birkaç dakika sonra çalıların arasından bir hışırtı geldi. Sonra James çalıların arasından çıktı. Saçları dağılmış, yapraklar saçlarının arasında kalmıştı. James sağ eliyle saçlarını silkeledi. Dişlerini göstererek sırıtıyordu. Aria hafifçe gülümseyip "Gene kirlenmişsin. On beş yaşında bir delikanlısın James. Bir beyefendi gibi davranman gerek." dedi. Aria sırtını biraz daha dikleştirip elbisesinin eteklerini topladı. Zarif adımlarla avludan eve geçti. Topuzu, kahverengi saçlarının uzunluğunu gizliyordu. İki buklesi tokalardan kurtulmuş yüzüne düşmüştü. Elbisesi pudra pembesiyle tatlı bir yeşildi. Omuzları açık elbisesi beyaz teni gözler önüne seriyordu. Kusursuz bir cildi vardı. Saygın bir hanımefendiydi. Güzel yüzünü biçimleyen hatları vardı. Gözleri elaydı. Hafif makyajı onu daha çekici yapıyordu. Güzel ve ince dudakları kusursuzluğuna kusursuzluk katıyordu. James orada durmuş bu beyaz tenli, zarif varlığa bakıyordu. Annesi içeri girince "Aria bu dünyadaki en güzel kadın. O benim annem." diye düşündü. James basamakları çıkıp avluya geldi. Bu taş konak onu büyülüyordu. Kapıyı açıp içeri girdi.
+×+
James arabada uyuya kalmıştı. "Galiba bütün gün uyuyacak." diye düşündü Adrian. Hava gitgide kararıyordu. Arabayı sağa çekti ve haritayı eline aldı. Tahminlerine göre yarın sabah İtalya'ya varmış olacaklardı. Adrian hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yola baktı. "Bu kızı bulmak için karanlığın izinden gidiyoruz resmen." dedi. "Çünkü biz karanlığız." diye söze karıştı James, uyku sersemliğiyle. Hafifçe gülümsedi. James'in söylediği hoşuna gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAYIŞ
FantasyBir Nightfall Romanır! 09.01.16 Efsane şöyle başlıyordu... Dengenin sembolüydü o. İnsanlarla diğerlerinin - vampirler, kurtadamlar, şekildeğiştirenler... - arasındaki ince çizgi olacak geçişleri kontrol edecek kişi. Dünyayı yaşanır hale getirecekti...