BEN GELDİM

241 18 10
                                    


Hava tam da sigara içmelik bir havaydı. Arkadan geçen tren sesleri, insanların sohbetleri ve vedalaşmaları, bir yerden diğerine valizle koşturmaları ve buz gibi rüzgârın yüzüme çarpması. Ortam gerçekten tam da benim tarzımdı. Ama ben sigara kullanmıyordum. Ne yapalım? Ben de onun yerine karton bardakta çay içiyorum. Allah sizi inandırsın, bardak motor yağı kokuyor. Lisede okurken kantinin çayı da böyle acı, tatsız ama zift kadar sıcak olurdu, maziyi andım.
Telefonumu çıkarıp numarayı çevirdim, beklemenin anlamı yoktu. İkinci çalışta açtı.

''Alo?''
''Merhaba, Tibet Bey.'' İki saniyelik bir duraksama yaşamıştı.
''Oya? Sen misin? Bir şey mi oldu?''
''Benim. Bir şey olmadı.''
''Emin misin?'' Sesi sorgular gibi çıkarken burukça gülümseyip çayın dibini kafama dikip bardağı yanımdaki çöp tenekesine salladım.
''Tam sayılmaz. Ben, evinizin adresini isteyecektim.''
''Neredesin şu an?''
''İsntanbul'dayım.''
''Bana konumunu at, seni alması için araç gönderiyorum.'' Görmese de kaşlarım çatılmıştı.
''Gerek yok Tibet Bey, siz adresi atın ben kendim gelirim.''
''Şu anda saçmalıyorsun Oya. Gelip kendim alacağım seni. Şimdi kapatıyorum ve de sen bana adresi atıyorsun. Anlaşıldı mı? '' Ses tonu kanımı dondururken yutkundum.
''Anlaşıldı.''
''Güzel. Yolda tek başına bırakacak değilim, kızımı. '' Ve telefonu kapattı.

Kızım dedi bize Oya. Kızıyız öyle değil mi? Bizim de bir ailemiz var artık.
Hemen heyecanlanma Oya. İnsanlara güvendiğimizde neler olabileceğini biliyorsun.

Yalnızca canım sıkıldığında oynadığım oyunu açıp Tibet Bey gelene kadar oynamaya başladım.
Önümden bir aracın geçtiğini hissetsem de bakışlarımı kaldırmadım. Ta ki korna çalana kadar. Kafamı kaldırdığımda önümdeki aracın camı açıldı. Karlı havaya rağmen güneş gözlüğü takan kişiyi gördüm. Sahi adı neydi? Cenk'in kuzeni olduğunu söylemişti. Benim abimdi yani.

''Seni mi bekleyeceğim, kalksana kızım.''
Kulaklığımı çıkarıp telefonu kabanımın cebine salladım. Söylenmesinin aksine yavaşça yerimden kalkıp valizimi arabanın arkasına sürükledim. Arabadan inmemişti bile hıyar.
Bagajı açılmaya başladı. Göz devirip valizimi yerleştirdim. Belim kopmadı ya ben bir daha ölsem de gam yemem. Bagajı kapatıp kapıya ilerlerken bir an duraksadım. Öne mi binmeliydim yoksa arkaya mı? Amcamın da dayılarımın da arabasına binerken arkaya binerdim. Yanlarına oturmama kızarlardı, yüzümü görmek istemiyorlardı.
Elim arka kapının kolunu kendime doğru çekip açarken yine sesini duydum.
''Senin burada özel şoförün yok. Kapat o kapıyı.'' Kapıyı kapatıp öne yönelip bindim. Kapıyı biraz istemeyerek (!) sert kapatıp yerleşmiştim ki bana tilt olduğunu belli eden kişiye dönüp çok samimi bir gülümseme bahşettim.
''Kapıyı da kendinle beraber koltuğa oturtsaydın.''
''Çıkıp gelseydi oturturdum.'' Boynunu kütletip önüne döndü. Hayır anlamıyorum biyolojik ailem kurtadam olabilir miydi? Ne bu sinir ne bu öfke.

''Tibet Bey geleceğini söylemişti, niye sen geldin?'' Bana yandan bakış atıp gözlüğünü çıkarıp torpidonun önüne doğru fırlatır gibi bıraktı.
''Sen derken? Görmede problem mi yaşıyorsun yoksa seninle yaşıt gibi mi görünüyorum?''
''Ona ne şüphe. Yaşlı olduğunu görebiliyorum canım o kadar da gözüm bozuk değil.'' Sinirli bir nefes alıp yola döndü.
''Uğraşmayacağım seninle. Sağ salim eve bırakayım, sonra ne bok yersen yersin.'' Kafamı salladım. Kâleye almadığım insanla tartışmakla ben de uğraşmazdım.
Aradan geçen bir süreden sonra yola dalmıştım ki konuşmasıyla dünyaya döndüm.

''Trenle mi geldin?''
''Hayır, arkadaşımın aracıyla geldim.'' Kaşlarını çatıp bana dönmüştü.
''Madem araçla geldin, niye tren garında bekliyordun?''
''Lokasyon olarak iyi bir noktada. Beni kolay alabilirdiniz.''
''Babam bana kendi başına eve gelmek için ısrar ettiğini söylemişti.'' Sırıttım.
''Misafiri yolda bırakacak değildiniz herhalde. O kadar da görgüsüz olmadığınızı düşünmüştüm.'' İnanamıyormuş gibi bakmıştı. Ağzı yarım açılıp kapandı.
''Sen cidden... Evdekilerin sana dikkat etmesi lazım. Ne kadar tehlikeli ve iki yüzlü olduğunu ben bile düşünemiyorum. '' Omuz silktim. İki yüzlü değilim, demek istesem de inanmayacaktı nasılsa bana.
Aradan bir saate yakın bir süre geçerken sesimi çıkarmayıp yolu izlemeye devam ediyordum. Bir sürü soruya sahip olmama rağmen sustum. Susmazsam arabadan atabilirdi. Bilmediğim bir yerde yolumu yine bulabilirdim ama soğuk ve karlı havada donarak ölebilirdim de. Tıpkı o gün gibi...
''Müzik açabilir misin? Sıkıldım.'' Bir şey demeden açtı.
Köfn- Olan Olmuş çalıyordu. 
Gözlerim geçtiğimiz karlı yollara kayarken aklımda annem ve babamla olan güzel anılarımız gelmişti. Anılarım birbirine karışırken iyiden kötüye doğru geçmeye başladı ve durdurmadım. Kendime düşüncelerimle işkence etmeyi seviyordum. Gözüm avucumdaki yara izine değdi. Pembemsi çizgi yerini belli eder gibi sızladı. Sanki on yıl önceye gitmiştim. 
Nihayet bir bahçeye girdiğimizde yerimde toparlandım. Araç durduğunda inecektim ki beni durdurdu. Kolumdan tutan elindeki bakışlarımı kaldırıp yüzüne baktım. Koyu kahve dalgalı saçları yüzüne düşüyor çatık kaşlarıyla bir tabloyu andırıyordu. Benziyorduk. Ten renklerimiz ve o bilmese de göz rengimiz aynıydı. Ama bunu bilemeyecekti. Benim göz rengimi sadece ben ve Sena biliyordu. Kahverengi olduğunu biliyorlardı ama irisimin çevresini yeşil bir çizginin kapladığını bilmiyorlardı. Herkese göre klasik, koyu kahveydi gözüm.

EVHAMLAR OLSUN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin