11. Bölüm

3.8K 192 21
                                    

Bölümde geçen şarkılar;
Esmeray- Unutama beni

~~
   Kimileri güzel ve pembe yatağında uyurken, kimileri soğuk zeminde uyur. Kimileri ailesiyle yemeklere giderken, kimileri açlıkla sınanır. Kimileri soluduğu oksijeni hak etmeyecek davranışlar yaparken, kimileri nefessiz kalır. Kimileri gördüklerine kör olurken, kimisinin gözleri haince ondan çalınır. Kiminin dilinden zehirli sözcükler akarken, kimi zorunlu ve sonu gelmez bir suskunluğa mahkumdur. Kimi oyuncaklarını atarken; kimisi asla sahip olamayacağı, boş yere atılan oyuncakları izler. Kimisi oynanan oyunda şahken kimisi piyondur.
 
   Hiç kimse bilmese de, ortada kimsenin rolünü son ana kadar asla net bir şekilde bilemeyeceği gizli bir oyun vardı. Kimin zeminde uyduğu, kimi şah olduğu, kimin susturulduğu son ana kadar belli değildi. Ama bazı oyuncular belliydi.
 
   Oyunculardan biri olan Beyaz Adam aklındaki düşüncelerle, elinde tuttuğu anahtarı yavaşça kapının yuvasına koydu. Anahtarı üç kez çevirmesiyle kapıdan yükselen ‘tık’ sesi koridoru doldurdu. Beyaz Adam, tüm koridordaki sessizliğin ruhuna ihanet eden ‘tık' sesi ve adım sesleri eşliğinde herkesten sır gibi sakladığı, kimsenin varlığından haberdar olmadığı gizli odaya girdi. Odaya adımlamasıyla yavaş ve sessizce kapıyı kapatıp, sağ tarafta kalan tuşa bastı. Tüm odaya yayılan beyaz ışıkla aydınlanırken, Beyaz Adam gözlerini kıstı. Kendisine alışmak için bir kaç saniye verdi. Bir kaç saniye sonra normal bir şekilde gözlerini açtı. Beyaz Adam’ın açılan gözleri, her zamanki gibi sahibinin emrini beklemeden tüm duvarları taradı. Beyaz Adam, her zamanki gördüğü görüntüyle şeytanca gülümsedi.
 
    Beyaz Adam dört duvarı kaplayan, farklı zamanlarda ve gizlice çekilen Feza'nın fotoğraflarına bakarken; aklında türlü türlü kara yılanlar geziyordu. Kara yılanlar, yavaş ve acı dolu bir şekilde Beyaz Adam’ı zehirlerken; Beyaz Adam, yaşadığı andan ve Feza’nın fotoğraflarıyla kaplı odadan silinip düşüncelere daldı. Beyaz Adam’ın beyaz düşünceleri, kara yılanlar tarafından acımasızca zehirlenip siyah ve sonsuz bir karadelik oldu. Düşüncelerinin içinde en siyah ve sonsuz olanı şüphesiz oynanan oyundu. Beyaz Adam oyunun varlığını bilen tek kişiydi ama o bile rolünü ve oyunun sonunu bilmiyordu. Beyaz Adam’ın aklından geçen düşüncelerle tüm kara yılanlar aynı anda, yalnızca Beyaz Adam'ın duyabileceği sesli bir tıslama bıraktılar. Beyaz Adam zihninde sessizce kopan gürültüyle, yere çöktü. Elleri ile kulaklarını kapattı ve sessizce fısıldadı.
 
“Hayır, hayır en sonsuz ve önemli düşünce Feza.” Beyaz Adam'ın dilinden dökülenlerle kara yılanlar, memnunca aynı anda fısıldadı.
 
‘Feza'nın oyundaki rolü ne? Feza oyunun neresinde? Feza'nın oyun kurucusuyla ilişkisi ne? Cevapları bul.’ Beyaz Adam, kara yılanların zihinden geri çekilmesiyle, derin nefes alarak ellerini kulaklarından çekti ve ayağa kalktı. Bir kaç dakika daha Feza'nın fotoğraflarına baktıktan sonra hiç bir şey olmamış gibi gizli odadan çıktı. Odadan çıkmasıyla hızlıca merdivenlere yöneldi. Bir kaç basamak çıktıktan sonra yukarı kattan gelen sesle dondu.
 
“Bu kadar şaşırmayın. İstisnalar hariç eski yaşantımı özledim ve geri geldim. Artık temelli burdayım. Merak etmeyin hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.” Cümlelerin bitmesiyle oyuna bir kişi daha eklendi. Bir cümle belki de oyunu ve sonunu değiştirdi. Beyaz Adam ise aklından hiç var olmamış gibi çekip giden ama hâlâ varlığını bildiği kara yılanlarla derince yutkundu.
 
Kağan Eryiğit’den
    Annemin sessiz sandığı ağlayış sesleri odayı dolduruyordu. Annemin olayı sanki cenaze varmış gibi daha da dramatikleştirmesiyle derin ve sıkıntılı bir nefes aldım. Annem ve babam bir kaç dakika daha duygusal bir şekilde Feza'ya baktılar. Annem hala hem sessiz sandığı ağlayışlarına hem de Feza'ya bakmaya devam ediyordu. Babam ise sessiz ve hızlıca yerinden kalktı. Yavaş adımlarla Feza'ya yaklaştı. Feza'yı uyandırmaktan korkar bir şekilde hafifçe yanağını okşadı. Feza mırıldanır gibi olunca uyanmasından korktuğu için hızlıca elini çekti. Babamın çocuksu haline gülmemek için kendimi tutsam da tebessüm etmekten kendimi geri alamadım.
 
“Kağan emin misin? Bak istersen ben, baban ya da Cenk-" Bir kez daha bıkkın bir şekilde nefes aldım. Hızlıca annemin sözlerini tamamlamasına izin vermeden konuştum.
 
“Anne yine başlamayalım istersen. Ben hariç kimsenin kalacak hali yok. Babam ve sen olay için kendinizi suçluyorsunuz, fazlasıyla yorgun ve halsizsiniz. Cenk desen hâlâ ne oluğunu çözemediğim ayrı bir dünya yaşıyor. Barlas abim tepkisiz gibi görünse de üçüncü kez birini kaybetmekle yüzleşti. Hakan’ı biliyorsunuz zaten, her şeye duygulanır. Muhtemelen eve gidince yastığa sarılıp ağlar. Sonra onunla yıllarca dalga geçtiklerini hatırlar, ‘Ağladım.’ dememek yerine ‘Filmden oldu.’ demek için yine Titanic açar ve filmi izleyerek ağlar. Alp belli etmese de fazlasıyla üzgün. Muhtemelen eve gidip en aşağıdaki hobi odasında dart oynar. Mert ise pişman. Zaten tüm gece uyumaz, en son vücudu daha fazla uykusuzluğa dayanamaz ve sabaha karşı uykuya dalar.” Durdum ve nefes aldım. “Yani kısacası hepiniz fazlasıyla yıprandınız. Bari burda sürünmek yerine evde dinledin ya da ne bileyim boş boş tavanı izleyin. Şu an en iyi seçenek benim. Gidin artık.” En son ikisi de ikna olunca, Feza'ya son bir bakış atıp odadan çıktılar. Babam çıkmadan ‘Bir şey olura ara.’ gibi bir şey söyledi. Bense o sırada yirmi dört saatten az bir süre önce değil adını, varlığını bile bilmediğim bir kızın bir anda hayatımızda nasıl bu kadar etki yaptığını düşünüyordum.
 
   Bir gün önce biri evime gelip ‘Yarın biri ile tanışacaksın ama aslında o senin kardeşin. Artık tüm hayatında etkili olacak ve Kayra sizi istemeyecek.’ dese küfredip kapıyı kapatır ve hiç umursamadan Hakan ile langırt oynamaya devam ederdim. Şimdi ise dün küfredeceğim şeyleri yaşıyordum.
 
   Düşünceleri kenara bırakıp telefonumu cebinden çıkarttım. Ekran resmindeki Kayra ile derin nefes aldım. Ne kadar derin nefes alsam da işe yaramadı. Elim istemsizce rehberdeki Kayra'nın adına dokundu. Ben bir kez daha geri dönülmeyecek bir çağrı bıraktım. Ben bir kez daha küçük kardeşimi merak ettim ama o bana geri dönmedi. Süreyi geçtiğinden dolayı kapanan armayla, telefonu yavaşça kenara bıraktım. Ellerim ile hafifçe saçlarımı karıştırırken, derin nefesler aldım. 
 
   Belki de artık Kayra’nın bizi istemediğini kabul etmem gerekiyordu. Bir kaç yılda yavaş yavaş, kimseye sezdirmeden bizden uzaklaşmıştı. Herkes bu yavaş uzaklaşmanın ergenlikten olduğunu düşünüyordu. Kimse gün gelip bizden kopacağını anlamamıştı.
 
Dört ay önce
“Ay abi yeter. Valla sözlerimi geri alıyorum. En kaslı sensin. En haşmetli- neydi o? Cenk şu senin Hürrem’in kocasının adı neydi?.” Alp'in koşarken attığı çığlıklar, önce beni ikna etme cümlelerine sonra Cenk'e soru sormaya dönüşmüştü. Ben hiç bir şeyi umursamadan salondaki koltukların etrafında Alp'i kovalarken, Cenk umursamazca çiğköfte yiyordu. En son Alp'i kapşonundan yakalayınca, Alp'in tiz çığlığı tüm salonu doldurdu. Bir ara ‘Acaba sesiyle cam patlatır mı?’ diye düşünsem de hızlıca ana odaklandım.
 
“Abi nolur, bırak gidem. Evde babem bekler. Herif yemek bekler.” Alp tiz ve ağlamaklı sesle saçma salak konuşurken kafasına bir tane geçirdim.
 
“Lan mal deyneği madem yakalanacağını biliyon, niye her seferinde salak salak davranıyon?” Benim sinirli bakışlarım ve sesim eşliğinde derince yutkundu. Benim onu hafifçe yukarı kaldırmama rağmen şirince gülümsedi.
 
“Ehe” Verdiği salak tepkilere ve kendisine daha fazla dayanamadığım için onu anında yete bıraktım. Benim bırakmakla Alp kıç üstü yere düştü. Salonun dışından gelen garip gülme sesiyle o tarafa dönük.
 
“Alp bir kez daha olmadı. Sanki ha-" Mert cümlesini tamamlamadan Alp hızlıca yandaki yastığı Mert'in yüzüne attı. Mert'in yüzüne gelen yastıkla Cenk güldü. Mert ise kendini toplayıp sinirlice Cenk'e baktı.
 
“Ayıp be. Ben cana Cengo dedim. Yiğidim dedim sen bana ne yaptın... Hiç yakıştı mı Cenk?” Mert’in cümlesini birikmesiyle şap sesi geldi ve kafası öne doğru eğildi. Salona kötü kötü sırıtma ile giren Hakan ile olay anlaşıldı. “Ya abi sen de mi? Hani bunlar neyse? Sen niye benim enseme vuruyon?” Mert'in Hakan’a itiraz eden sesiyle hepimiz güldük.
 
“Bana ne. Bize abi demeyi öğren artık.” Hakan'ın omuz silkip söyledikleriyle, Mert ağzının içinde homurdandı. Gözlerim, bir kez daha belki Kayra iner diye merdivenlere takıldı. Yine boş merdivenlerle karşılaşınca derin nefes alıp ayağa kalktım.
 
“Abi onun üstüne gitme. Ne oldu bana da anlatmıyor ama bir derdi var.” Mert'in sesiyle kısa bir an dursam da hızlıca en üst kattaki odaya gittim. Kayra’nın beyaz kapısını çalacaktım ki içerden gelen sesle elim hava da kaldı.
 
“-sun. Bak gerçekten yeter. Üstüme gelme.” Kayra’nın ağlayan sesi ile kısa bir an ne yapacağımı şaşırdım. “Hayır, hayır yanlış anladın. Ben sadece bunaldım.” Kısa bir an burnunu çekti. “-kan lütfen bunu yapma.” Daha sonra ne olduysa bir anda seslice ağlamaya başladı. Daha fazla dayanamayıp odasına girdim. Benim girmemle gözlerinden akan yaşı hırsla sildi. Ben ‘Neden ağlıyorsun?’ diyecekken bir anda lafları ağzıma tıkadı.
 
“Neden kapımı çalmadın? O kadar mı değersizim? O kadar mı bitmişim?” Ağlayarak haykırdıklarıyla derin bir nefes aldı ve devam etti. “Hadi söyle. Duma sen de söyle. Sen de onun gibi söyle hadi.” Kimin sınırını benden çıkarttığını hâlâ anlamasam da, yere çöküp ağlamasıyla hızlıca yanına gittim. Bende onun yanına çöktüm. Kayra hâlâ nedenini bilmediğim bir şeyden dolayı ağlarken, kollarımı bedenine sardım.
 
  Ne kadar sarılı kaldığımızı hatırlamıyorum. Tek hatırladığım Kayra’nın ağlamaları iç çekişe dönene kadar, aynı şekilde durduğumuz. En son Kaya kendini toplayıp benden uzaklaştı. “Abi ben sana bir şey söyleyeceğim ama lütfen sen de bana” Kayra cümlesine devam ederken, bir anda kapının duvara vuruldu. Çıkan sesle Kayra’nın cümlesinin devamı yok oldu. Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde bize bakan Mert'i gördüm.
 
   Mert, benim bakışlarımı görünce cümlelerini sıralamaya başladı. “Abi valla yemeğe çağıracaktım. Hem ben emir kuluyum.” Bense Kayra ve kendimi ayağa kaldırmıştım. Ben ‘Kaç’ demeye kalmadan, çığlık atarak koşan Mert ile Kayra’nın tatlı kıkırtısı odayı doldurdu.
 
Şimdiki zaman
    Aklıma dolan anıyla yüzümde tebessüm oluştu. Ben tatlı tebessümle mal aşık gibi duvara bakarken, Feza irkilerek yatakta sıçradı. Feza hızlıca nefes alıp verirken, endişelendim. Hızlıca koltuktan kalkıp ona su uzattım. Nefesleri biraz düzeldiğinde suyu içti.
 
“Önemli bir şey yok. Hatırlamadığım bir kabus daha gördüm sadece. Ben genelde kabus görürüm. Her seferinde bu kadar endişeleneceksen işimiz var.” Feza'nın uykulu sesi ve  muhtemelen ne dediğin kendinin bile haberi olmadığı kelimelerle hafifçe tebessüm ettim. Ben tebessüm ederken, Feza biraz önce uykudan uyanan o değilmiş gibi tekrar kafasını yastığa gördü. Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. “...Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun?”
 
“Konu ne?” Benim sorduğum soruyla, uyku akan gözleri açıldı. Bana ‘Ben geçen Cuma doğrum yaptım.’ demişim gibi baktı.  
 
“Ya of ben burda ne anlatıyorum. Sen beni nerenle dinliyon? Ben biraz önce sana ‘ Neyse bir az da güzel şeylerden konuşalım. Mesela muhteşemlikler... Sence dünyadaki en muhteşem ve yakışıklı kişi Jack Frost değil mi?’ dedim ya. Onu diyom.” Feza’nın gözlerini kapatıp kurduğu cümleyle benim kaşlarım çakıldı.
 
“Jack Frost kim am-" Ben cümlemi devam ettirmeden Feza hızlıca gözünü açtı ve yerinde doğruldu. Hızlıca kalkmasıyla kısa bir an kendine gelmek için durdu. Kendine gelince hızlıca konuşmaya başladı.
 
“Ne demek Jack Frost kim? Nasıl bilmezsin? Onun gibi bir kahramanı bilmiycen de kimi bilcen?” Feza’nın uyku mahrumluğu ile sinirlice konuşurken, önüne düşen saçı geri itti. “Neyse kıyamadım hadi söyleyim. O benim ilk aşkım. Aynı zamanda bence en iyi kahramanlardan biri.” Daha sonra elini çenesinin altına koydu ve tekrar konuştu. “Hatta  küçükken hep camdan onun gelmesini ve beni kaçırmasını beklerdim. Ama o hiç beni kurtarmadı.” Gözleri dolduğunda ne yapacağımı ve nasıl bu kadar hızlı duygu geçişi yaptığı çözmeye çalışıyordum. “Sana minik bir sır vereyim mi? Bazen kaybeden, umudu sönen ve görünmez olan Kara olmaz.” Kısa bir an dolan gözleri ağlayacak sansam da o anlayamadığım bir hızla kendini topladı ve bana ofladı. “Ay sen beni çok yoruyorsun. Git öteye. Ben uyuyacağım. Kapat ışığı Muharrem Cafer.” Duyduğum isimle kaşlarım tekrar çakıldı. Tam ağzımı açacaktım ki çoktan kafasının yastıkla buluşup, kendisinin uykuya daldığını fark ettim. Tam o sırada kapı açıldı.
 
“Beyefendi lütfen biraz sessiz olur musunuz? Hastalar rahatsız oluyor. Hastane burası lütfen ona göre davranın.” Hemşire hanım söyleyeceğini söyleyip gitti. Ben ise nedensizce yediğim azarla saçlarımı çekiştirerek ‘Sizi bana sayı ile mi verdiler?’ diye bağırmak istiyordum. Şu an hiç bir şey yapamayacağımı bildiğim için derin nefes aldım. Hızlıca koltuğa doğru adımladım. Battaniyeyi üzerime örttüm. Muharrem Cafer ve Jack Frost'un kim olduğunu düşünerek uykuya daldım.
 
Cenk Eryiğit’den
   Tik tak, tik tak... Göz açıp kapayıncaya kadar kayıp giden saatler, ilk defa her bir salisesini hissettiriyordu. Sol bacağımı istemsizce sallarken, aklımda düşünceler geziyordu.  ‘Acaba şimdi Feza nasıl? Bir şey oldu mu? Kağan onu kıracak bir şey söyledi mi?’ Aklımdaki sürekli bağıran sesle derin nefes aldım.
 
   Evet, biliyorum yeni tanıştığım birine bu kadar nedensizce bağlanmak aptalca. Ama... İşte tam burada tıkanıyordum.  Amadan sonrası olmasına rağmen bir türlü kelimeler aklıma gelmiyordu. Bir türlü neden veremiyordum ama seviyordum.  
 
   Ellerimi saçlarımdan çekip ofladım. Ayağa kalkıp odamda tür atmaya başladım. Ben tur atarken aklımdan Feza'nın kan ve kül içindeki hali gitmiyordu. Ben tur attıkça Feza’nın düşüşü geliyordu aklıma. Ben yürümeye devam ederken, aklıma Feza’nın çığlığı geliyordu.
 
   Düşüncelerin bana daha fazlasına eziyet etmesine izin vermeden, bahçeye çıkmaya karar verdim. Hızlıca yatağının üstüne attığım gri montu giydim. Odam çıkıp merdivenlere yöneldiğimde kulağıma Esmeray'ın unutama beni adlı şarkı oldu.
 
Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni
Unutama beni
 
Gözünden damlayamayan gözyaşın olayım
Unutma beni
Unutama beni
 
    Merdivenleri inerken kulağıma dolan sesler git gide arttı. Ben şarkıyı dinleyenin Barlas abim olduğunu anladığımda ayaklarım benden izinsiz salona doğru yol aldı. Salona girdiğimde sağ elinde markasını bilmediğim bir sigara tutuyordu, sol elinde ise adını bilmediğim bir içki tutuyordu. Bir elinde sigara diğer elinde içki yokmuş gibi ortaya koyduğu albüme bakıyordu. Ona yaklaştığımda gözlerinin dolduğunu gördüm.
 
    Benim geldiğimi anlasa da gözünü fotoğraftan çekmedi ben de yanına oturdum. Ona boş yere ‘iyi misin’ diye sormayacaktım. Çünkü onun kaybettiğinden beri iyi olmadığını biliyordum.
 
   Ben ne diyeceğimi bilemez bir halde yanında oturdum. O ise etraftaki hiç bir şeyi umursamadan albümün içindeki anılara dalarak, alkol ve sigara yardımıyla kendini zehirledi. Üzerimde mont olmasına rağmen ona baktıkça üşüdüm, Barlas abim ise fotoğraflara bakıp dondu. Sabaha kadar bu döngü devam etti.

    En son gözlerim dayamayıp kapandığında Barlas abim hâlâ çalan şarkıyla, anılar denizinde, kaybettiklerine bakıp sessizce boğuluyordu.

~~
 Sizce bölüm nasıldı?

Bölümde en çok sevdiğiniz yer neresiydi?

Bölümde en çok sinirlendiğiniz yer neresiydi?

Bölümde en çok üzüldüğünüz yer neresiydi?

Hangi Eryiğit'in ağzından okumak istersiniz?

Sizce Beyaz Adam ilerde Feza'ya neler yaşatır?

Sizce karakterler nasıldı?

Feza?

Cenk?

Gazel?

Ediz?

Mert?

Alp?

Kağan?

Hakan?

Barlas?

FEZA (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin