Medya- Barlas Eryiğit
~~
Bazen bazı şeyeler için betimlemeler yetmez. Sıfatlar, ne kadar uğraşsalar da yetersiz kalırlar. Sözcükler, utançtan kıvranarak anlam ve önemlerini yitirir. Anlamlar, olan şeyin yanında küçücük bir çocuk gibi ağlar. Bazen yaşanan bir olay karşısında, zaman ve mekan gittikçe küçülürler. İşte tam olarak böyle bir olay anındaydık.Bazılarımız nefesini tutmuş, bazılarımızın nefesi ciğerlerinden taşacakken; hepimizin tek odak noktası koltuklarının önündeki yüzü kandan görülmeyen adamdı.
Beynim, adamın üzerinde gördüğü kağıt ve yanında gördüğü 2 kozalakla birlikte neredeyse tüm işlevini yitirmişti. Diğerlerinin ne durumda olduğuna bakmadan, bir köşeye çekilip -kollarım ile dizlerimi sararak- saatlerce ağlamak istiyordum. Zihnim ise, her şeyden bağımsız olarak, çığlıklar atarak beynimin işlevini geri kazanması için uğraşıyordu. Zihnimdeki onlarca çığlık ile birlikte dizlerim titrerken, düşmemek için yanımdaki duvardan destek aldım. Kan kokusu gittikçe artarken, boştaki elim yumruk oldu.
Ben gözümü bile kırpmadan, karşımdaki vahşete bakarken; yanımda bir hareketlilik hissetsem de kafamı çevirip o yöne bakamadım. Karşıdaki vahşete baktıkça dizlerim titriyor ve kan konusu gittikçe katlanılamaz bir hal alıyordu. Tüm bunlara rağmen bakışlarımı karşımda duran ve beyin donduran görüntüden alamıyordum. Göz yaşlarım titreyerek gözlerimden bir bir intihar ederken, birilerinin bağırış ve konuşma sesini duydum. Seslere rağmen odaklandığım noktayı bozamadım.
Aradan sonsuzluk gibi geçen bir süre sonra siren sesi duydum. Siren sesi ile birlikte dizlerimdeki titreme arttı ve ben dengemi kaybettim. Bir kez daha yere düşeceğimi sanırken, biri tarafından tutuldum. Kim tarafından tutulduğuma bakamayacak kadar cesede odaklanmış bu şekilde titriyordum.
'Sus, ceset yok!' İç sesimin bağırışı zihnimin duvarlarında yankılandığında, ben istemsizce daha çok titremeye başladım. Kanın keskin kokusu daha da artarken gizli bir el boğazımı sıkıyor gibi hissediyordum. Daha fazla dayanamayıp, neden geldiğini bilmediğim bir güçle, nefeslerim hızlanmış bir şekilde kapıya doğru koştum. Hızlıca arka bahçeye doğru koşarken, boğazımdaki görünmez elin baskısı artıyordu. Ben görünmez baskıya dayanamayıp bir ağacın altında öksürük krizine girdim.
En sonunda öksürmeyi bıraktığımda, derin nefesler almaya çalıştım. Aldığım her derin nefeste, arka bahçede olmama rağmen, burnuma dolan kan kokusuyla midem bulandı. Salonun perdeleri kapalı olmasına rağmen sanki perdeler yokmuşçasına gözümde beliren vahşetle birlikte midemin bulantısı arttı. Ve ben daha fazla dayanamayıp yanımdaki ağacın altına kustum. Kusarken rahatlayacağımı düşünsem de öyle olmadı. Kusarken gözümde canlanan vahşetle birlikte vücudum ağlama ve titreme krizine girdi. En sonunda kusmam dursa da ağlamam ve titremem durmadı.
Şubat ayının soğuğuna rağmen içimde asla dinmeyecek bir ateş varmış gibi geliyordu. O ateş yandıkça bedenimdeki ağlama ve titreme miktarı da artıyordu. Vücudum içimdeki ateşe dayanamayarak, geriye doğru kayarken ben bilincimi kaybettiğimi anladım. Her tarafı zifiri karanlık kaplamadan önce dudaklarımdan varla yok arası dökülen sözcükleri duymaya çalıştım.
"Tanrım lütfen bu yaşadığım vahşetler, iğrenç bir kabus olsun."
Ediz Eryiğit'den
Salonumun ortasında gördüğüm kanlı muhtemel cesetle birlikte vücudumu kısa bir donma aldı. Ben ne hissedeceğimi ve nasıl davranacağımı bilemez bir halde donmuşken, beni girdiğim donmadan çıkmak için bir şeyler odaklandım. İlk olarak Gazel, Alp ve Hakan'ın sessiz hıçkırıklarına odaklanmaya çalıştım. İşe yaramadığında diğerlerine geçtim. Barlas, Kağan, Cenk ve Mert'in hızlanan nefislerinin beni yaşadığım şoktan çıkartacağını düşünüyordum ama yanıldım. Son olarak Feza'nın kesilen nefesine odaklanmayı denediğimde hissettiğim donma azaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEZA (+18)
General FictionFeza, yıllarca sessizliğin acı ve lanetli eziyetlerine maruz kalan biridir. Feza yine tek istediği yarasız bir gün geçirmek olan bir sabaha uyanır ve hayatı tepetaklak olur. Yaşanan her şey bir hiç uğrunayken, Feza ne yapacağını bilemez bir halde o...