"Her ihtimale karşı yedek nebulizatör bulundurun."
Bitmediği halde gelip astım ilacı aldığım hapishane revirinde, kağıtta ismimin yazdığı yere imzamı attım. Kapıda beni bekleyen görevliye bakıp tekrar doktora döndüm.
"Üzgünüm ama, iltihap önleyici ağrı kesici alabilir miyim?"
Kadın gözlüğünün üstünden beni baştan aşağı süzdükten sonra, "Buna ihtiyacın yok gibi görünüyor" demişti.
"Lütfen." En masum bakışlarımı atıp doktoru ikna ettikten sonra elimdeki ağrı kesicilerle ve arkamda işinden bıkmış gibi yürüyen polisle hücreme kadar gidip içeri girdim. Çocuk yine duvara yaslanmış bir şeyler sayıklıyordu ve her yeri yara bere içindeydi. Yanına yaklaştığımı fark edince irkilip bana baktı. Tek dizimi yere koyup yanına eğildim.
"Affedersin, bunu al. Ağrı kesici, umarım yardımcı olur." Çocuk hemen titreyen elleriyle hapları aldıktan sonra kafasını öne eğerek belli belirsiz bir teşekkür etmişti. Tekrar ayağa kalkıp üstümü düzeltirken kapısı açık olan hücremizin girişinde hareketli bir gölgenin dikkatimi çekmesiyle oraya döndüm.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" Jaebeom'un mide bulandırıcı sesi kulaklarıma dolarken çocuk yeniden kriz geçirip sayıklamaya başlamıştı. Jaebeom kafasını bir çocuğa bir bana çevirdi ve sırttı. Bozulmaya başlayan nefesimi düzene sokmaya çalışıp titrememesini umarak konuştum,
"Ona ilaç verdim."
"İlaç mı verdin?" dedi ve tekrar çocuğa baktı kapıya yaslanırken, "ama o bize ait."
Ben ne olduğunu anlayamadan Jaebeom'un arkasından çıkıp hücreye giren iri cüsseli bir adam beni boğazımdan tutarak neredeyse havaya kaldırmış ve hücre kapısının yanındaki duvara yapıştırmıştı. Ayaklarım gitgide yerden kesilirken Jaebeom cebinden çıkarttığı diş fırçası görünümlü bıçağı yüzüme yaklaştırdı. Façayı görmemle gözlerimi sıkıca yumup dişlerimi sıkmıştım. Neredeyse nefesim kesilecekti. Yüzüm kızarmaya başlarken hafif inlemeler çıkıyordu ağzımdan.
"Cesaretin varmış." dedi Jaebeom.
Daha sonra dikkatini dağıtan bir şey oldu. Gözlerimi kısarak baktığımda Minho yukarı katta durmuş, ellerini korkuluk demirlerine vurarak belli bir ritim çaldığını gördüm. Jaebeom, Minho'nun sert bakışlarından bir mesaj almış gibi bıçağı yüzümden sıkıntılı bir nefes vererek çekti ve "Haddini bil küçük civciv." Dedikten sonra hücreden çıkması üzerine boğazımı sıkan adam beni bırakmış ve bedenim hızla yere düşmüştü.
Öksürüklerim arasında nefes almaya çalışırken dönüp tekrar Minho'ya baktım. Ben hücre kapısında bayılacak gibi öksürüyorken göz göze geldiğimiz anda sırtını dönüp gitmişti. Bana nedense sürekli sinirli ama bir o kadarda acıyan gözlerle bakıyordu. Bana acıması için hiçbir sebep yoktu çünkü hapishanede benim gibi bir sürü genç vardı fakat Minho bana daha farklı bakıyordu.
1 saat boyunca hücremden hiç çıkmamışken ortak alanda bulunan televizyondan gelen sesle, emin olamadan duyduğum şeyler üzerine kendimi hemen hücremden dışarı attım.
"...zanlı Lee Felix 22 yaşında, erkek. Lee Felix üniversite öğrencisi ve daha önceye dair hiç suç kaydı yok, hiç tutuklanmamış." Televizyonda resmimi gördüm. "Ama polis ve savcılık onun bu cinayetten suçlu olduğunu düşünüyor." Nefesim sıklaşmaya başlamıştı yine. Televizyonu izleyen diğer mahkumlar bana dönüp tiksinerek bakmaya başlarken mırıltılar duyuyordum.
"Şerefsiz herif."
"Ne utanç verici."
Onların burada bulunma sebepleri neydi ki benim yapmadığım halde suçlandığım olay yüzünden kötülüyorlardı bilmiyordum fakat daha fazla duymak istemediğim için hızla oradan uzaklaştım. Kablolu telefonların bulunduğu yere gelip titreyen elimdeki kartı yerine yerleştirip ezberimde olan tek numarayı çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lotus çiçeği, hyunlix
Fanfictionbu hikayeyi kendi bencilliklerinde boğulanlara ve kendi düşünceleriyle kendi yapraklarını dökenlere ithaf ediyorum. ağacın yaprakları dökülür, kök dayanır. bağlı olduğunuz zemini koruyamazsanız yapraklarınız dökülür, kurursunuz, bir ağaç gibi, bir l...