Dedektifin beni getirdiği sorgu odasında karşılıklı oturuyorduk. Odayı yalnızca üstümüzdeki tekli beyaz lamba aydınlatıyordu ve bu benim ağlamaktan bulanık gören gözlerimin daha da kötü görmesine sebep oluyordu. Soğuk ve karanlıktı.
"Sonra?" dedi dedektif kısık bakışlarını üzerimden tek bir saniye bile çekmeden elindeki kalemi çevirirken. Yaklaşık yarım saattir bu odadaydım ve yeni yeni konuşmaya başlayabilmiştim. Bilerek işleri zorlaştırıp konuşmadığımı sanıyorlardı fakat ben konuşamıyordum, ağzımı açamıyordum bile. Yaşadığım şok yüzünden ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyor ne anlatacağımı kestiremiyordum. Bir başka dedektif gelip bağırıp çağırmıştı fakat bu yalnızca benim ağlamama sebep olmuştu bu yüzden şu an tam karşımda oturan yaşlı dedektif bana biraz zaman tanımamız gerektiğini söylemiş ve on dakika boyunca beni yalnız bırakmıştı.
"Uyandım, hoşça kal demek için odasına gittim ve kadını o şekilde buldum." yutkunmaya çalıştım fakat her cümlemin, her kelimemin sonunu bitirirken ciğerlerim yanıyor ve sesim kısılıyordu. Kalın sesim saatlerce ağlamanın verdiği etkiyle daha da kalınlaşmış ve korkunç bir hal almıştı.
"Ölmüştü. Daha sonra ne yaptın?" gözlerini aşağı sabitlediğim gözlerimden ayırmazken sorduğu soru beni gerçekliğe getirmek için sorulmuş gibiydi. Beynimde yankılanmaya başladı sesi; ölmüştü, ölmüş, ölmüş... Gözlerimde biriken yaşların gözlerimi sımsıkı yumarak yüzümden aşağı akmasına izin verdiğimde kafamdaki sesler kesilmişti. Bu anı fırsat bilerek konuşmak istedim fakat ağzımı açmamla küçük bir hıçkırık çıkması bir olmuştu.
"Korktuğum için kaçtım. Yapmadım... Gerçekten yapmadım." Sesim git gide kısılırken korkuyla, dolu gözlerimi bana düz bir ifadeyle bakan dedektife çıkarttım. Dedektif derin bir nefes alıp ayağa kalkmış ve iki elini de masaya koyup eğilmişti. Ağzını hafifçe aralamasıyla konuşacağını anlamıştım.
"Onu en son canlı gören kişi sensin ve ayrıca ölü halde gören ilk kişi de sensin. Genellikle böyle insanlara biz ne deriz biliyor musun; şüpheli." dedi ve devam etti, "Filmlerde veya dizilerde görmüşsündür, bu görüşme kaydediliyor, dava sırasında kanıt olarak kullanılabilir. Ama bilirsin hakimler bundan hoşlanmazlar."
Hafifçe titredim, gözlerim masanın üzerindeki yaralı elimdeydi. Odanın köşesinde duran kamera tarafından kayıt altına alınıyor olmamız bana bir anlık özgüven vermiş gibiydi. Davada ne için kullanılacağını bilmeden pervasızca konuşmamam gerektiğini hissediyordum fakat yapmadığımı söylemek en iyi çare gibi gelmişti.
"Gerçekten ben yapmadım. Yapmadığım bir şey için yaptığımı söyleyemem." dedim kendimi toparlayıp, fakat bu uzun sürmemişti. Son sözcüğümü söyler söylemez masaya kuvvetle inen eller ve bir anda sesini yükselten dedektif gözlerimi sıkıca yumup ağzımdan kısık bir çığlık çıkmasına sebep olmuştu.
"O zaman kadın neden öldü!"
"B-bilmiyorum b-ben gerçekten hiçbir şey hatırlamıyorum." dedim gözlerim sızlayıp dolmaya başlarken. Ben yeniden hıçkırmaya başlarken dedektif ellerini masadan çekmiş ve üstünü düzeltmişti.
"Hiçbir şey hatırlamadığına dair yapmış olduğun strateji iyi sonuçlanmayacak. Hakimler en çok yalancılardan nefret eder." dedikten sonra önündeki dosyaları alıp kapıdan çıkarken gözümden akan küçük bir damla elimdeki yaranın üzerine düşmüştü.
• • •
Gözlerimin yandığını hissettiğimde kurumuş gözlerimden daha fazla yaş akmaması için gözlerimi sıkıca yummuş ve derin bir nefes almıştım. Üzerimdeki paspas gibi ince, kirli ve soluk renkli nezarethane kıyafeti beni ısıtmıyordu. Saatlerdir gözaltında tutuluyordum ve bedenim böylesine soğuk bir odanın soğuk zeminine kesinlikle alışık değildi. Yaslandığım duvarın soğukluğuna daha fazla dayanamayıp kalktım ve yan tarafımdaki demirlere arkamı dönüp oturdum ardından sırtımı yasladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lotus çiçeği, hyunlix
Fanficbu hikayeyi kendi bencilliklerinde boğulanlara ve kendi düşünceleriyle kendi yapraklarını dökenlere ithaf ediyorum. ağacın yaprakları dökülür, kök dayanır. bağlı olduğunuz zemini koruyamazsanız yapraklarınız dökülür, kurursunuz, bir ağaç gibi, bir l...