3.2 ↩

3.8K 300 118
                                    

Mevsimin en sıcak günlerinden birinde olduğumuzu varsayarsak, güneş çekilirken sadece karanlığı getirmesi lazımdı ama havada tatlı bir esinti hakimdi. Bunun sebebi İskele'den uzaklaşıp, yüksek kesimde bir yerlere gelmemizdi. Ormanın içine kurulan masalar tabiatı bozar gibi görünse de kafamı kaldırdığımda eşsiz manzarayı insan eli dokunmamış haliyle izleyebiliyordum.

"Bu defa etrafımızda kahverengiler yok. Sadece yeşil ve elbette mavi."

Arkamı dönmek yerine omzumun üzerinden baktım Kağan'a. İşaretimi aldığında kalabalıktan ayrılıp beni takip etmişti. Yeşil bakışları, mavi gözlerime çarptığında konuşmadan anlaşıyorduk.

"Geldiğimiz iyi oldu," dedi elimi tutup. "Ailelerimizin beraber vakit geçirmesi bize daha çok özgürlük sağlayacaktır." Sonra parmaklarımı, her biri dikene dönüşmüş de eline batmış gibi aniden bıraktı. "Özür dilerim."

"Hep böyle mi olacak?" diye sordum sessizce. "Beni öptüğün için pişman gibi davranıyorsun."

"O an izin istemem gerekirdi," dedi bakışlarını kaçırıp.

"Bir saniyelik öpücük için tek bir özür yeterli."

Kağan bana dünyanın en büyük ve en kısa süren öpücüğünü bahşettiğinden bu yana bir hafta geçmişti. Bu bir hafta benim için her zamankinden uzun ve zordu çünkü Kağan benden her fırsatta kaçmıştı. Zaten yalnız kalmamız kolay olmuyordu ama tatlı ve utangaç bakışları da yerini mahcup bir ifadeye bırakıyordu. Bunu görmeye dayanamıyordum. Aslında bunu görmeyi biraz da hak ediyordum.

Beni öptükten sonra onu beklemeden terk edilmiş villanın bahçesinden çıkmıştım. Kapıyı geçmesi için açık bırakamayacak kadar heyecanlıydım. Ona kızdığımı zannetmişti. Halbuki ben o an dünyanın en mutlu ve en suçlu insanıydım. Kalbim sesini duyurmak için bana meydan okurken konuşamazdım. Öyle bir durumda konuşursam kelimeleri bir araya getirirken bocalayacağımı hatta belki kekeleyeceğimi de biliyordu. Fakat sonradan anladığım kadarıyla o da bu özel durumumu aklından çıkaracak kadar heyecanlanmıştı.

"Arkana bile bakmadan gidince beni bir daha görmek istemediğini sandığım için senden kaçıyordum" dedi, aynı şeyleri defalarca konuştuğumuzda. "Seni zorla öptüğümü sandım."

Tırnaklarıyla parçaladığı yaprağa baktım. "Onu bir ağaçtan mı kopardın?"

Kalıntıları tırnak kenarlarına dolan yaprağı evirip çevirirken gülümsedi. "Merak etme, yerden aldım. Rüzgar öncesinde koparıp atmış olmalı. Ona da doğa düşmanı demeyeceksin herhalde?" Gülümsediğimde önüme geçerek beni durdurdu. "Doğaya karşı o kadar duyarlısın ki bazen bu dünyaya ait olamayacağını düşünüyorum, su perisi."

Aitim çünkü sen de buradasın, bu yüzden belki de şu anda en çok olmam gereken yerdeyim. Yeşili seviyorum, hep severdim. İsmini bilmediğim tüm o ağaçları, bitkilerin gövdelerini, yerdeki küçük çimleri. Bazen yeşil görünen denizi. Bunlara ek olarak, eşsiz gözlerini Kağan. Benim artık bu rengi sevmemem, her bir tonunu korumamam ihtimal dışı.

Ağzımı açacağım esnada Kağan'ın babasının sesini duyduk. Suratlarımız düşse de yakaladığımız en ufak anda yeniden baş başa olacağımızı bildiğimizden gülümseyerek sese doğru yürüdük. Yolun yarısında karşımıza çıkan Ayaz, Çağrı ve Sofia da bizi aramaya gelmişti.

"Dostum, bunu söylediğim için kusuruma bakma ama adam sen gidene kadar susmayacak."

Ayaz'ın sözlerine karşılık bana başıyla veda eden Kağan, kısa dakikalar sonra bize katılacağını söyleyerek uzaklaştı. Geriye yapacak tek şey olarak birlikte yürümeye başlayarak, ormanın geri kalanını keşfetmeye devam ettik.

Şeytan Adını FısıldadıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin