DÖRT

42.3K 2.5K 321
                                    


Gülayşe, elinde tuttuğu tepsideki kahve fincanını babasına uzattı. Sonra geçti sedirin karşısına, yere oturdu. Üzerinde kapkara bir elbise, başında kapkara bir örtü vardı. Babası üç günlük gittiği yerden dün geri dönmüş, tek kızından bir sade kahve istemiş, yanına gelip oturmasını dilemişti. Gülayşe'nin babasının hali vakti yerindeydi. Üç tane oğlu, üç tane gelini, torunları vardı. Gülayşe en küçük çocuğu ve de tek kızıydı. Ferhat Bey, o sebepten Gülayşe'nin üzerine çok düşerdi. Çocukken, büyürken, genç kızken her dediği yapılmıştı. Ne isterse onu yemiş, ne isterse onu giymiş, nereye isterse oraya gitmişti. İnsanlar, kız kısmı bu kadar şımartılmaz diyorlardı. Ferhat Bey kimseye kulak vermedi. Gülayşe, büyüyüp serpilince, sonra ciğerine bir kor gibi Aldemir'in sevdası düşünce, babası her istediğini yaptığı gibi, bunu da yapar sandı. Kimi severse, onun olmasına izin verir sandı. Gülayşe yanıldı. Babası, o zaman Gülayşe'ye hiç göstermediği yüzünü göstermişti. Kız çok çabalamış ama bu duvarı yıkamamıştı. En son, 'ne ölüne ne ölüme' lafını duyunca, Gülayşe sevdasını yüreğine, canından can kopa kopa gömmüştü. Zira ana baba rızası alınmadan hayatın yürümeyeceğini, evliliğin olmayacağını biliyordu Gülayşe. O da, o gün babasından bir şey istemişti. Kabul demişti Aldemir'e gitmeyeceğim. Ama kalbimde o varken başkasına da gidemem. Hayatı kendime de o adama da zehir edemem. Sakın beni zorlama. Sözleşmişlerdi... Şimdi, yirmi beş yaşında, köy kadınlarına göre evlilikte epey bir gecikmiş gözüken Gülayşe, simsiyah giyitlerini giymiş, açık renk kaşlarının altında ela gözleriyle dümdüz ve soluk, babasına bakıyordu.

"Ne o..." dedi Ferhat Bey. "Kimin yasıdır bu tuttuğun?"

Düğün davulları vuruldu vurulalı Gülayşe siyah giyiyordu. Babasına cevap vermedi. Başını eteğine indirdi, parmağıyla oynamaya başladı.

"Gülayşem. Gözümün nuru. Bak, gördün mü... Ben sana demedim mi... Eninde, sonunda... O oğlan seni hak etmiyor. Hak ettiği layık olduğu bir saçaklıyı aldı kondurdu işte. O hayatına devam ediyor. Sen, kendini böyle tüketip duracak mısın?!"

Gülayşe, zorla konuştu:
"Ben halimden memnunum baba. Hamdolsun. Bir şikayetim yok."

Ferhat Bey, birden kükredi:
"Öyle ise git çıkar üstünden o karaları!"

Gülayşe yerinden fırladı. Tepsiyi alıp hızlı hızlı yürüyerek içeri geçti. Eşikten geçer geçmez de ağlamaya başladı. Anası, onları duvar dibinden dinliyor, o da tek kızı için ağlayıp duruyordu.
"Ne edelim kızım, yavrum..." dedi. "Kaderin böyleymiş."

•••

Gelin, düğünden bir hafta sonra, yeni hane halkını da alıp bana ocağına giderdi. Bu ziyarete yedilik denirdi buralarda. Bir takım adetleri vardı yediliğin. Damadın ayakkabısı saklanır, bahşiş istenirdi. Kurulan sofraya bir sürü bulaşık yığılır, damadın bunu kaldırarak bir nevi güç gösterisi yapması beklenirdi. Gelin anasına, babasına, kardeşlerine sarılır hasret giderirdi. İşte bugün de, on yedisinde Al Civan'a eş, anasına babasına ocağına gelin olmuş Gazâl kızın yedilik günüydü.

Aldemir pek huzursuzdu ya, neyse. Atları arabaya koşup, iki saat durmadan yol gittiler. Hafif çise inmişti yollara. Öğlene doğru vardıkları ev iki katlı, taş bir binaydı. Aldemir içinden, Gazâl'in emmisine kendini tutamayarak iyi bir saydırdı. Herifçioğlu yeğenini vereceği yerin zengin mi fakir mi, iyi kötü mü olduğunu hiç sorup soruşturmadan, öyle başından savar gibi resmen satmıştı kızı! Bırak öz kardeşinin çocuğunu, insan yedi kat yabancıya yapmaya utanırdı. ALLAH ıslah etsindi. Şimdi bir de bunun eli öpülecekti. Ah ulan damatçılık.
Gazâl, kapıda bir oğlan çocuğu belirince, arabadan bir çırpıda atladı ve koşmaya başladı. Aldemir cık cıkladı. Anasının babasının yanında, gelin olmuş uslu kadına yaraşmayacak hareketler yapıyordu. Sonra, aamaaan, dedi. Bu kız yirmi sene evli kalsa da uslu kadın olamaz. Hep kardeşini görmüş. Bırakayım atlasın, zıplasın.

YarkıyısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin