boy of my dreams

413 48 96
                                    

İnanılmaz bir uyku sonrası yemek yemek için mutfağa geçtik. Ben dün aldığımız şeyleri yerleştirirken Eddie kendine uygun bir şey var mı diye poşetleri karıştırıyordu. Sonunda poşetten kafasını kaldırıp bana baktı.Koca bir çığlık atarak;

"Harrington, gerçekten bana aşıksın sanacağım. Burada benim sevdiğim abur cuburlar var." dedi. Tepkisine güldüm. Sonunda poşetleri karıştırmayı bırakıp mutfak tezgahına oturdu. Poşetleri yarım yamalak yerleştirdikten sonra hazır pizzalardan ikisini fırına verdim.

"Hey Steve."

"Efendim." gözlerimi onunla birleştirerek.

"Hiç." dedi ve kocaman bir gülümseme sundu. Demek istediği kesinlikle bu değildi. Aynı konuşma çok tanıdık geliyordu. Yine son cümlesinde söylemek istediği şeyi söylemeyen bir Munson vardı.

"Hey Munson." Gözleriyle konuşmamı bekledi. "Asıl söylemek istediğini söyle."dedim oturduğu tezgahta açmış olduğu bacak arasına girerek. Ellerimi baldırlarına yerleştirerek tezgahla aramda mesafe bırakmadım. Kulağına yaklaşarak "Ne diyordun, Munson?"

Yaptıklarımdan gram çekinmemiş olan Eddie ise aynı şekil ellerini omzuma yerleştirip, yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Hiç, Harrington."

Konuşsak birleşecek dudaklarımızın arasında bir nefes verdi ve geri çekildi. Kolları omzumdan sarkarken "Tişörtümün bu denli güzel duracağını düşünmezdim." dedi ve üstümü süzdü.

Gece müzik dinlediğimiz sıra gelişmişti. Dinlediğimiz her gruba ait kıyafeti olduğunu söylemişti. Tek tek hepsine baktım ve Metallica-Creeping Death baskılı bir tişörtü üstüme geçirmiştim.

Baldırlarında olan elim daha ileri gidip belini yakaladı ve "Sana daha çok yakışıyorlar. Ama bende de iyi durmadığını söylesem, Harrington damarlarına aykırı olacağını düşünüyorum." dedim. Yalnızca gülerek biraz daha yakınlaştı. Bedenlerimizin arasında mesafe yoktu ve kalplerimizin arasında da. Tek mesafe dudaklarımız arasındaydı. Yakınlaştı ve sadece tezgahtan indi.

Pizzalar da pişmişti. Biraz hayal kırıklığı ile pizzaları aldım. İçeri giden Eddie'nin peşinden gittim. Koltuğa oturunca bir tabağı onun önüne koydum. Gözleriyle gülümsedi. Aynı şekil bakıp yanına oturdum. Yemeğini yerken sesi çıkmıyordu. Sadece karşısında olan duvarı izliyordu. Birden konuşmaya başladı.

"Kurtarmamalıydınız."

"Efendim?"

"Beni Harrington, gerçekten kurtarmamalıydınız. O aptal Upside Down'da ölseydim her şey daha kolay olabilirdi. Her şey biterdi." Saçmalıyordu.

"Saçmalıyorsun, bu sadece bir intihar olurdu Eddie."

"Belki de gerçek bir intihar olmalıydı. Belki sadece ölmek istiyordum, Steve. Olamaz mı? Hataların hepsinden kurtulurdum. Bu bakışları asla değiştiremeyeceğim, herkes benden nefret edecek. Hatta ben de kendimden nefret edeceğim, onlara sırt vereceğim, aynaya baktığımda kendimi onların gördüğünden daha kötü göreceğim." Derin bir nefes aldıktan sonra "her şey bir hata, Steve. Burada olmam, buraya tekrar gelmem de hataydı." diyerek ayağa kalktı.

Pantolonunda asılı aptal zinciri çektiğim gibi üstüme düştü. Küçücük koltukta yerlerimizi değiştirip onu altıma aldım. Nefes alarak konuşmaya başladım. "Bu bakışlardan birini çoktan değiştirmişsin, Eddie. Aralarda olan iki üç hiçbir şeyden haberi olmayan aptal için mi kendinden nefret edeceksin? Onlar yüzünden -belini kavrayıp- böyle şeylere mi kalkışacaksın?" Tekrar saçmalamak için açtığı dudaklarına bir saniye bile beklemeden uzun bir öpücük bıraktım.

"Ne olmuş olursa olsun günün sonunda buradayız, aynı yatakta, birbirimizin kolları altındayız. Birbirimizin yanındayız. Kendini ve hiçbir şeyi bilmeyen insanlar yüzünden kendine zarar vereceğine, yanımızda olan ve bizimle her şeyi yaşayan arkadaşlarımızın bizi sevdiği gibi kendini sevmelisin. Benim seni sevdiğim gibi kendini sevmelisin."

"İlk defa kaçmamıştım, Harrington."

"Aynı izleri taşıyoruz, Munson." dediğimde dolu dolu gözleri ile baktı. "Aynı izler." diye tekrarladı. Bu sefer yanağını öptüğümde vücudumu sarıp daha da kendine çekti. Ve az önce olduğu gibi, dudaklarımızı birleştirdi. Yavaş ve duygusal bir öpüşmeydi bu. Aynı yaraları taşıyan iki gencin öpüşmesi. Ya da sadece yıpranmış iki ruhun dudaklarını hareket ettirmesiydi. Kim bilir neydi, ama tek bilinen gerçekten iyi hissettirdiğiydi.

papercut, steddie Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin