tell me

280 40 41
                                    

Lavaboda mermere oturmuş Eddie'nin patlamış kaşının kanını temizliyordum. Oturmuş olduğum mermerden ayaklarını sallamak dışında yaptığı bir şey yoktu. Bu da tatlı bir manzara oluşturuyordu. İşim tamamen bittiğinde önce yanağına sonra boynuna birer öpücük bıraktım.

"Harrington." Diyip nefes aldı. Derin bir nefesti. Bu da beni güldürdü. Sonra mermerden inip elini elimle birleştirdi. "Biraz ot içmemizin vakti gelmedi mi sence?"

..

Yatakta karşılıklı uzanmış esrarı içimize kısa süreli hapsediyorduk. Birbirimizin dudaklarından üflüyor, dakikalarda takılı kalıyorduk. Karşımda olan güzel adamın gözlerine bakınca görüyordum, değiştiğimi görüyordum. Ya dediğimiz gibi yalnızca büyüdüğümü görüyordum. Eski Steve Harrington değildim. Bu büyüdüğünü ya da değiştiğini ne denli gösterir bilemiyordum. Fakat değişimin olduğuna bir kanıt varsa karşımdaki adamı baş sorumlularından biri yapabilirdim. Çünkü gözlerindeki ışıltı bile kalbimi kavururken eski ben olmak pek mümkün değildi.

Munson, karşımda güzel dişleriyle bana gülümsemesini sunuyordu. Üflediği duman ona bir tebessüm veriyordu. Güzel güzel gülen adamı kollarımın arasına aldım. O ise hiçbir itirazda bulunmadan ana kapıldı.

"Bir şey söylemek istiyorum." Vücudum ondan uzaklaştı, bakışlarım ona döndü. "Steve, o geceden uzaklaşmaya çalıştığımızı biliyorum ama o gece sana 'onun payını ver." demiştim. Hatırladın mı?" Kafa salladım. "Orada demek istediğim o değildi. Hiçbir zamanda olmadı. Daha fazlasını demek istemiştim, Harrington."

"Daha fazlası ne Eddie, söyle bana." dedim yanaklarını okşayarak.

"Aslında ne demek istediğimi ben bile ifade edemiyorum, Steve. Ama kesinlikle o değildi. O an senle umursamazca flört etmeyi bile isterdim. Ya da dikkat etmeni söyleyebilirdim. Bir sarılma olabilirdi ya da bir öpücük. Veya Nancy Wheeler'ın yanında soyunmamanı söylebilirdim. Bu bile seçenekler arasında." Güldü.

"Ya da sadece seni sevdiğimi de söyleyebilirdim." dedi.

"Ah, Eddie. Paralel evrenlerin birinde söylemişsindir. Ama sarılma ya da öpücük olan evrende kesinlikle karşılık vermişimdir. Bundan çok eminim, Munson. O zaman aramızda olan cinsel gerilimi inkar edemeyiz."

"Paralel evrenler, çok kafa karıştıcı bir konu Harrington."

"Aslında çok ilgi çekici bir konu. Çoğu zaman bunu düşünmek bile mutlu edebiliyor. Doğru yaptığın şeyin yanlış olduğu bir ihtimali düşününce kendinle gurur duyuyorsun. Ya da ne bileyim şu an karşılıklı yatan Eddie ve Steve ikilisinin başka bir evrende yer değiştirmiş şekilde yatması bence yeterince ilgi çekici bir konu."

"O kadar da ilgi çekici durmuyor. Çünkü sadece iyi ihtimalleri düşünüyorsun. Yanlış yaptığın işin doğru ihtimalini düşünmek mesela.. fazlasıyla yorucu bir iş. Ya da aklının her zaman farklı bir evrende kalması.. bilemiyorum yalnız hissettiriyor ya da çoğu zaman nefes alamıyoruş gibi."

"Şu an bulunduğumuz evrende karşında ben oturuyorum, çoğu zaman sarılıyor, öpüşüyor, birbirimizi seviyoruz. Yalnız hissetmeyi bırakmalısın, Munson. Ve nefes alamamanın tek sebebi tişörtümü çıkarttığında ki manzara olmalı." dedim. Gözlerime baktı. Umursamayan flörtöz moduna geçerek gözlerini iyice açtı.

"Öyle mi, Harrington?" kafa sallayarak onaylayan bir ses çıkardım. Mükemmel gülümsemelerinden birini sunarak kucağıma oturdu, kulağıma yaklaştı. Nefesini vererek konuşmaya başladı.

"O zaman söyle bana, Harrington. Söylemeni istiyorum. Şu an olan pozisyondan mutlu olduğunu söyle. Dudaklarına üflediğim dumandan keyif aldığını duymak istiyorum. Kucağına oturduğumda batan kemiklerinden rahatsız olmadığını, çıplak göğüslerimiz birbirine değdiğinde içinde hissettiğin o ateşi dile getir." Boynuma öpücükler kondurup sözlerine devam ediyordu. "Yalnızken benim için düşündüğünü söyle. Ölmediğim için ne kadar mutlu olduğunu da söyleyebilirsin ya da benim yüzümden dayak yemekten memnun olduğunu söylemek de bir seçenek. Ama tam şu an söylemen gereken şey nefes almamamı söylemen, Steve. Çünkü tam o an tişörtünü çıkartacağım."

"O zaman Munson, nefes almamalısın." dememle birlikte üstümde ki tişörtü çıkartıp fırlattı.

"Nefesini tutma sırası sen de, Harrington." Diyerek önce dudaklarımı sonra boynumu, sonra ise göğüs kafesimden belli olan her kemiği. Bu gece nefessiz kalmıştık. Ama bu oksijen yokluğu bizi öldürmemiş, aksine yaşatmıştı. Yeniden can vermiş, solan çiçekleri canlandırmıştı. Bazen oksijen yaşatmaya yetmez, işte tam o an bakışlar, öpüşler, sevişler devreye girer. Birbirimizi bulmak hayat boyunca aldığımız tüm oksijeni yanında sönük kılar. Böyle anlarda nefessiz kalmak aslında bizi nefessiz bırakmaz , en derin nefesi verir. En güzel havayı solumuş oluruz, bunca zaman soluduğumuz oksijene lanet ederiz; gerçek oksijeni buluruz.

papercut, steddie Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin