Anladım, peki büyü yerine istediğim herhangi bir şeyi de söyleyebiliyor muyum?
Lewa gözlerini devirdi, her fırsatta Roland'ı aşağılıyor olması onun sinirine dokunuyordu. Bir gün sabrı taşacaktı ve Lewa o zaman görecekti. Henüz kendilerine verilen görevi yerine getirmek için ayrılmamışlardı, son hazırlıklarını yapıyorlardı ve hala saraydaydılar. Lewa Roland'a sarayın özel Demircibaşı'sını ziyaret edip sorabileceğini söyledi. Roland ne o adamın kim olduğunu, ne de nerede olduğunu biliyordu. Fakat Lewa'yı daha fazla sinirlendirmemek ve kendisini çevresinde görmeden bir süre yalnız kalmak ve başka insanlar görmek adına kendilerine hazırlık yapmaları için verilen odadan arkasında şaşkınlık ve merakla bakan bir çift göz bırakarak ve tahta kapıyı neredeyse parçalayacakmışçasına çarparak çıktı. Lewa her ne kadar görünürde Roland'ı düşman bellemiş gibi görünse de Roland'ın güçlü bedeni ve az önceki gibi sinirli olduğu anlarda başkalarına yaydığı enerji Lewa'yı az da olsa ürkütmüş ve kendisine olan tavırlarını kafasının içinde yeniden gözden geçirmesi fikrini oluşturmuştu. Lewa zırh giymeyi, ağır olduklarından dolayı pek sevmiyordu. Zaten reflekslerinin iyi olmasından ve hızlı olduğundan savaşlarda pek de zarar almıyordu. Aynaya baktı, üzerine bir elbise giymişti, normal şartlarda bir çatışmaya elbiseyle gitmek açıkça aptallık etmekti ancak Lewa'nın elbisesi geceleri barlarda içip geç saatlerde birileriyle gece geçirmek için kullandığı elbiselerden değildi. İçinde daha rahat hareket edebiliyordu, ayrıca elbisesi onun yorulmasını da bir nebze engelliyordu. Hazırlıklarını yapıp asker birliğinin yanına gitmeden önce son bir kez aynada kendine bakıp şık görünüp görünmediğinden emin oldu.
Acaba...Ona kötü mü davranıyorum.
Sonra kafasını salladı ve düşüncelerin aklını terk etmesini sağlamaya çalıştı.
Hayır...Doğru olanı yapıyorum, ona güvenemem.
Ardından odadan ayrıldı. Bu sırada Roland Demircibaşı'nın yerini saraydaki hizmetçilere sorarak öğrenmiş ve yanına gitmişti. Ufak bir konuşmaları sonucunda bunun mümkün olduğunu öğrendi. Demircibaşı büyüyü tekrar ettikten sonra Roland "Beni altınla kapla!" diye bağırdı. Böylece zırhı çalıştırmasını sağlayan sözü belirlemiş oluyordu. Demircibaşına teşekkür edip karşılığına bir yapıp yapamayacağını sordu. Demirci gerek olmadığını söyledi ve Roland oradan ayrılıp İmparatorluk sarayının bahçesine çıkmaya karar verdi. Demircinin odasından ayrıldıktan sonra sola döndü ve karşısına çıkan ilk kapıya girdi. Burası saray hizmetçilerinin molalarında dinlenip sohbet ettikleri yerdi. Hizmetçiler, 5 kız hizmetçi ve 3 erkek hizmetçi, Roland'a meraklı gözlerle bakıyordu. Roland daha fazla merak uyandırmak istemedi ve hemen söze girdi.
Sarayın bahçesini arıyordum ama nereden gidileceğini bulamadım. Eğer uygunsa biriniz bana yolu tarif edebilir mi?
Erkek olan hizmetçi, odanın sol tarafında ayakta duruyordu, başıyla onayladı ve Roland'a eşlik etti. Hizmetçi odasının kapısının sağında aşağı doğru bir merdiven ardından da koridor uzanıyordu. Yürüyerek devam ettiler. Eşlik eden hizmetçi karşılarına çıkan kapıyı açtı ve genişçe bir bahçeye vardı. Kapıdan sonra yaklaşık 20 metre yarıçaplı bir yarım çember şeklinde mermer döşenmiş zemin üzerinde masa ve sandalyeler vardı. Devamında ise küçük birkaç basamakla bahçeye geçilmiş oluyordu. Hizmetçi şöyle dedi.
Burada rahatınıza bakabilirsiniz efendim. Eğer bir ricanız olursa bana buyurmaktan çekinmeyin, saray mutfağından birbirinden lezzetli tatlılar ve yemekler getirebilirim size.
Roland sandalyelerden birine oturdu. Beyaz renkli kumaş ve ahşaptan üretilmiş çok şık bir sandalye ve masa takımıydı bunlar. Roland hizmetçinin yanıbaşında dikildiğini farkedince bir şey istemediğini söyleyip teşekkür etti ve gidebileceğini belirtti. Hizmetçi başını eğip geri döndü. Tepede güneş parlıyordu, bahçe harikaydı, bir sürü çeşit çeşit çiçekler vardı. Bazı yerlerde sakura ağaçları da vardı, pembe pembe çiçekleri sağda solda uçuşuyordu. Roland oturduğu sandalyeden kalkıp bahçeye doğru adım atıp dolaşmak istedi. Bahçe yerle bağlantılı değildi, sarayın genişçe bir bölümüne yapılmıştı ve zemine göre biraz yüksek katlardaydı. İnsanların düşmemesi için etrafı mermerden korkuluklarla çevrilmişti. Ortalama bir insanın gövdesinin yarısına kadar uzanıyordu bu korkuluklar. Bahçenin manzarası harikaydı, imparatorluğun tam merkezinde yer alan bu sarayın bahçe tarafı güneydoğusuna bakıyordu. Bahçeden aşağıya bakıldığında bir çok kişinin başı dönüyordu çünkü çok yüksekti. Aşağıda bir sürü büyük küçük ev, kilise ve başka dinlere ait ibadethaneler vardı. Tam karşıya bakıldığında uzakta büyükçe bir katedral görünüyordu. Bu katedral İmparator'un emriyle tahta çıktıktan sonraki yıllarda yaptırılmıştı. Leylith ve halkının Hristiyanlığı benimsediğini gösteriyordu. Leylith başka ırktan ve milletten insanların dinlerine karışılmamasını emrettiyse de halk arasında başka milletlere bu sebeple saldırıp döven birçok insan vardı, pek de huzurlu bir ortam olduğu söylenemezdi. Fakat bu ülkede yaşayan herkes Leylith'i severdi. İç karışıklıklara nadiren rastlanırdı ve onlar da çabucak çözülürdü.
Leylith gençliğinde amcasının yönetimindeki ülkesinin ordusunda komutan olarak görev yapmış olmasına rağmen tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı. Sebebi bilinmemekle beraber hizmetkarları bunun sebebinin vücudunun değişimi ile ilgili olduğunu düşünüyor. Leylith'in son seferi amcasının hükümdarlığına son vermek için halktan ve isyancı askerlerden oluşan orduya komuta edip soluğu sarayın kapısının önünde alıp amcasını teslime zorlamasıydı. Bembeyaz parlayan atı ve zırhıyla devasa orduya en önde eşlik eden Leylith'i gören imparatorluk askerleri ya silahlarını bırakıp teslim oluyor ya da onun tarafına geçiyordu. Böylece Leylith'in ordusu en başta elli bin civarı asker ve sivil karışımından oluşurken saraya yaklaştıkça iki yüz elli bin civarına yükselmiş oluyordu. Bunun bir diğer sebebi de başkente başka şehirlerden gelen ya da sarayın yakınına doğru Leylith'in ordusuyla kesişen orduların en sonunda toplanabilmesiydi. Leylith atından indi ve ordunun elli veya yetmiş bin kadarıyla saray basamaklarını çıkmaya başladı. İmparator III. Avon ise saraya girmek üzere olan orduyu Taht Odasının balkonundan izliyordu. Merdivenlerin sona ermesine ramak kalmıştı ki Avon elçisini göndererek Leylith ve diğerlerinden durmalarını, kendisinin tahtı bıraktığını ve aşağıya geleceğini bildirdi. Leylith ve ordusu bekliyordu. İmparator apar topar aşağı indi ve saray kapısının önünde tacını en yüksek kademeli muhafızına teslim etti. Muhafız taç elinde Leylith'e doğru yaklaştı ama Leylith eliyle dur işareti yapınca şaşırdı. Leylith eliyle amcasını işaret etti.
Tacımı amcam takmalı.
Orada bulunan herkes şaşırmıştı. Tahttan indirdiği eski imparatoru kendine taç takmaya zorlamak oldukça kudretli bir hareketti. İmparator çökmüş yaşlı suratıyla ona baktı, ardından muhafızına dönüp başını salladı ve tacı ondan aldı. Leylith'e doğru yürüdü ve Leylith diz çöktü. Amcası tacı taktı ve Leylith ayağa kalktı, amcasıyla arkasındaki ordu diz çöküp "Çok yaşa İmparator Leylith!!!" diye haykırdı. Ardından amcası saray zindanına atıldı ve Leylith tahtı ele geçirip yeni imparator olmuş oldu. Sonraki yıllarda yaşanan esrarengiz bir olay sonucu vücudu değişti ve sağ tarafı feminen bir hal aldı. Bu sebeple sefere çıkmaya utandığı düşünülüyor ve hizmetkarlarının emrine ordu verip onları seferlere yolluyor.
Roland bahçede gezinedururken tanıdık bir ses duydu. Bu ses Lewa'ya aitti.
Sonunda seni buldum. Ne kadar uğraştırdığının farkında mısın? Hazırsan gideceğiz artık.
Roland Lewa'ya doğru yürümeye başladı.
Burası...çok güzel.
Lewa'nın yüzünde bir gülümseme belirdi.
İmparator'un sarayı gördüklerim içinde en güzeli, İmparator da öyle. Onu seviyorum ve ona sadakatle hizmet edeceğim. Önüne kim çıkarsa ezmeye ant içtim. Sen. Roland, eğer sen de o yolu seçtiysen beni karşında bulmuş olursun.
Roland kibarca cevapladı.
Kimseye isyan etme amacında değilim. Sadece kaybolan hafızamı geri getirmek istiyorum, eğer böyle bir şey mümkünse...
Ve Lewa'ya doğru yürürken gülümsedi ve elini uzattı.
Aramızdaki buzları eritmeye ve beraber savaşmaya ne dersin, Lewa?