Hellöö
Uzun bir süredir yazmaya çalıştığım uzuun bir bölümle geldim. Yazması beni zorlayan bir bölüm olduğundan yorumlarınızı merak ediyorumm<3
__________
Birkaç gecem uyumadan geçti. Babamın ölümüyle Veliaht Prens olarak ilgilenmem gereken birçok şey önüme konulmuştu bir anda. Bu süreç içinde Seokjin hyungla bir kere bile görüşememiştim ve endişem gün geçtikçe artıyordu. Ona her şeyi anlatmam lazımdı. Konuşmamız gereken çok fazla şey vardı, bunun için kendimi hazır hissetmesem bile onu kaybedemezdim. Bu düşünce içimi kemiriyordu o günden beri.
Prens olduğundan dolayı kılıç dersi alsa dahi ilk defa birini öldürmüştü. Bunun onu etkilediğine emindim, hele ki o kişi babamızdı. Benim için bir anlamı olmasa da o zorlanıyor olmalıydı. Yanında olmak istiyordum.
O günü düşünmeden duramıyordum. Kralın ölmesine dair tek bir üzüntüm yoktu. Beni endişelendiren şey Seokjin hyungtu. Dahası Kral Chang'ın beni durdurmaya çalışması ile bir kez daha bir aptal gibi kullanıldığımı anladım. Hayır, Kral Yoongi'den yardım istemek benim hatamdı. Eğer daha güçlü olsaydım bunu o olmadan da başarabilirdim. Şimdi ise onu düşünmeden duramıyordum.
Beni öldürme isteğini ilk tanıştığımız günden beri biliyordum, buna rağmen bir şekilde ona bu sözü hakkında güvenmiştim çünkü o toprağı gerçekten almak için çaresiz gözüküyordu. Sanırım sadece aptaldım.
Daha da kötüsü onun kollarında ağlamış olmamdı. Beni zaten küçük gören adamın karşısında o hallere düşmek midemi bulandırıyordu. Bana, normal haline göre iyi davranmasıysa, o an ne kadar acınası olduğumun en büyük kanıtıydı.
Sıkıntıyla bir nefes vererek elimde ki kalemi masaya koyduğumda ağrıyan başımı ovaladım sert hareketlerle. Dört duvar arasına sıkışmıştım yine. Önüme konulan kağıtlardan başka bir şey düşünme imkanım olmuyordu. Bu aslında iyiydi, zihnimi oyalamadığım anda ya Kral Yoongi'yi ya da hyungu düşünüyordum. Bu yorucuydu.
Her şeyi hemen bitirmek istiyordum ama babamın arkasında bıraktığı bu karmaşayı toplamak tahminimden daha uzun sürecekti. Birçok insanla muhattap olup onlara değerimi kanıtlamam gerekmesi can sıkıcıydı.
Yanımda Hanja bana yardımcı olsa da tüm bunlar zordu. Her şeyi doğru yapmak tahminimden daha zordu.
İnsanları biliyordum, herkes hakkında her şeyi ezberlemiştim fakat saraydan çıkmama izin verilmediği için kimseyi tam olarak canlı bir şekilde tanımıyordum. Nasıl bir insan oldukları ve nasıl bir tavır takınmam gerektiği.
Başa geçmemle birçok insanın beni indirmeye çalışacağını, arkamdan çevirdikleri oyunlarla kendilerini kandıracaklarını biliyordum. Arkamdan konuşmaları bir yana, şimdiden beni devirmeye çalışmak için plan yapmaları komikti. Bu tahtı istemeyerek almış olsam da kimseye asla kaptırmayacaktım.
Bu aptal unvan için benim bütün bir hayatım mahvolmuştu. Yine de tüm bu her şey yabancı gelirken korkmadan edemiyordum. Gerçekten halledebilecek miydim? İçimde ki ses, bunu asla yapamayacağımı bana her saniye hatırlatıyordu.
Önüme atılan işlerle uğraşmaktan, beni ziyaret eden aristokrat ve yapılan toplantılardan uyuyamıyordum, böylelikle şu son birkaç haftadır bana musallat olan kabuslardan kurtulmuştum. Onca şeyin arasından tek iyi şey buydu.
Günlerim kafamı kaldırmadan geçtiğinde en sonunda cenaze günü geldi, üç gün sürecekti. Üçüncü günün sonunda, büyük bir balo ile tacı takacaktım.
"Bunu yapamam." Diye mırıldandım kendi kendime odada bir oradan bir oraya giderken. Endişe ve korku duygusu bütün bedenimi kaplamış, parmaklarımla etimi soymaktan kendimi alamıyordum.