Hoseok hyung bütün yol boyunca ve ondan sonraki günler içinde beni azarlamaktan onunla normal bir konuşma yapamamıştık bile. Yani bana fazlasıyla kızmıştı. Halbuki benim suçum yoktu, dedikleri gibi dikkat çekmemiş orada sessizce durmuştum, bana saldıran onlardı.Yinede Kral Yoongi'nin bir anda ortaya çıkıp, kimliği belli olmayan bir adam için benim demesi herkesin ilgisini çektiğinden, şehirde ki birçok kişinin bu olay hakkında konuştuklarını söylemişti Prensler. Beni ilgilendirmiyordu, kimse orada olanın ben olduğumu öğrenmeyecekti nasılsa. Bu konuyla baş etmesi gereken Kraldı, aptal adam.
Beni kurtarmak için bu kadar saçma bir şey söylemesi ne kadar düşünürsem düşüneyim mantıklı gelmiyordu. Hem ayrıca beni neden kurtarmıştı ki? Saraya döndüğümüzden beri bu düşünceler aklımdaydı. Yinede hiçbirine bir cevap bulamadığımdan en sonunda pes etmiştim.
Kral gelmeden önce saraya vardığımız için hiçbir sorun çıkmamıştı. Seokjin hyung olanları Hoseok ve Namjoon hyungtan öğrendikten sonra aynı Hoseok hyung gibi saatlerce bana kızmış ve nasihat çekti. Yani şu bir iki günüm fazlasıyla yorucu geçmişti.
Kralın beni çağırdığını haber veren hizmetçilerle antrenmanımın ortasında apar topar onun yanına gittim. Kötü bir şey olduğuna emindim. Antrenmanlarım onun en çok önem verdiği şeyiydi, aşırı önemli bir şey olmadığı sürece beni rahatsız etmezdi. Bu da demek oluyor ki kötü bir şey olmuştu.
İçimde ki huzursuzluğa engel olamazken arkamda ki muhafızlarla beni beklediği odaya gittim. Kapının dışında durduğumuzda derin bir nefes aldım, buna ihtiyacım vardı. İçeri girmek için kendimi hazır hissettiğim sırada kapının bir anda açılıp içeriden çıkan adamla karşılaştığımda neler olduğunu anlamıştım.
Bu kötüydü.
Tahmin ettiğimden de kötü.
Karşımda duran adamın her zaman olduğu gibi suratında bir ifade yoktu yinede burada olmaktan keyif duyduğunun farkındaydım. Demek ilk adımı böyle atacaktı, fazla adice.
Konuşmak için ağzını açtığında buna şans tanımadan çıktığı odaya girdim, eğer onunla konuşursam sinirlerime hakim olamayacağıma emindim.
Büyük odaya adımımı attığımda Kralın oturduğu masanın önüne gelerek reveransımı yaptım. İki büyük pencerenin arasında ki duvarda, pencerenin yerden başlangıcına kadar altın işlemeler, tavana kadar olan kısmındaysa bordo işlemeler olan duvarın üzerinde, çerçevesi altın kaplamayla kaplı Kralın ünlü bir ressam tarafından çizilmiş resmi bulunuyordu.
Duvarın önünde büyük bir beyaz ve altın kaplamayla döşenmiş masa ve Kralın ihtiyaç duyduğu eşyalar diziliydi üstünde, daha çok bir sürü kağıttan oluşuyordu.
"Arkamdan iş çevirecek kadar cesaretin var demek." Oturduğu masadan kalkıp yavaş adımlarıyla yanıma geldiğinde tam önümde durdu. Beyaz pantolonu, dizlerine kadar gelen beyaz çizmesi, önünde değerli taşlar ve altından işlemeler bulunan ceketi ile bakışlarında ki siniriyle tam karşımdaydı.
"Krallığın Prensi olarak sadece şehire indim Kralım, kimse varlığımın farkında bile değildi." Kendimi korumak adına bir şeyler söylemem gerektiğini hissetsem de bunun gereksiz bir çaba olduğunu biliyordum. Beni dinlemeyecek, umursamayacak, onun sözünden çıktığım için beni cezalandıracaktı sadece.
Beklediğim gibi yüzüme yediğim sert tokat ile başım sağa döndüğünde bana bağırışları arasında hiçbir şey olmamışçasına tekrardan ona döndüm. "Sana kim çıkabilme iznini verdi? Seni besliyor, yaşamana izin veriyorum diye bu hayatın kendine ait olduğunu mu zannettin?" Bunlara alışmıştım, hiçbiri beni durdurmak için yeterli değildi, sadece daha fazla güçlendiriyordu. Söylediği laflarsa hiç değişmiyordu, hayatımın her daim onun ellerinde olduğu gerçeği.