Odanda birkaç saat dinlendikten sonra aşağı tekrar indin ve fare zehirli viskiyi çöpe döktün. Çünkü kara çıyanın dediği gibi, renkten anlaşılabilirdi.
Daha akıllıca bir şey bulmalıydın.
"İnsanlar akşam eve geldiğinde kocasına ne yemek yapacağını düşünür, ben 'akşam eve gelse de öldürsem' diye düşünüyorum."
Gözlerini devirdin ve viskinin yanındaki kristal bardağını yıkamaya başladın. Sonra o bardağı diğer bardakların yanına koydun.
Aşağı, salona indin ve onun gündüz oturduğu koltuğa oturdun. Koltuk gri renkteydi, ama düşen siyah, kısa saç telini hemen farkettin.
Ayağa kalktın ve hiç düşünmeden camı açtın ve saç telini dışarıdaki karanlığa attın. 'Acaba yarın da gelir mi' diye bir düşünce kapladı aklını.
"Hah! Koskoca ülkenin işi gücü yok, bana gelecek. Niye böyle bir şey yapsın, kafayı takmadığı sürece ben-"
Aniden duraksadın. Ya sana kafayı taktıysa?
Ya fare zehirli viskiden amacını anlamış ve seni ihbar edecekse?
Belki de ona yalan söylediğin- özellikle de çıyan dediğin için sana karşı nefret beslemişti ve niyeti sana zarar vermekti?
"Öf, saçmalama be! Sen amacına odaklan!" diyerek saçlarını savurup kendine geldin ve öldürme planları düşünmeye devam ettin.
Ama her birinde ayrı bir kusur çıkıyordu. İllaki bir pürüz çıkıyordu ve sen de kafayı sıyırmaya bir adım daha yaklaşarak yeni bir plan düşünüyordun.
Saat gece 12 olduğunu duvarda öten saatten anladın.
"Saat ne çabuk geçti ya, ne kadar uyudum ben?"
Sonra omuz silktin ve ayağa kalktın. Gram olsun uykun olmadığı için evde boş boş gezindin. Sonra üstüne düzgün bir şeyler giyip omuzlarına pelerinini aldın ve kendini dışarı attın.
Sokaklarda bir tane bile insan yoktu. Yoluna aydınlık veren ay ışığı ve bazen çalıların arasında gördüğün ateş böcekleriydi.
Uzun uzun yürüdün ve ana caddeye çıktın. Yol kenarında sızmış iki sarhoş ve fenerle gezen bir bekçi dışında kimse yoktu.
Sen yürürken bekçinin uyuyan sarhoşlara yaklaşıp tekme attığını gördün. Adamlar da uyandılar ve kendilerine tekme atanın bir bekçi olduğunu görünce ciyaklayarak kaçtılar. Bekçi de onları kovaladı.
Ana caddede yürürken senin dışında birinin ayak sesini duyar gibi oldun. Adımlarını hızlandırdın ve ara sokaklardan birine daldın. Ayak sesleri de seni takip etti.
Sen başka bir caddeye çıkana kadar kovalamaca devam etti ve en sonunda ayağın kaydı. Hatırladığın tek şey başını kaldırım taşına sertçe çarptığındı.
Sabaha karşı gözlerini karşı komşun Ostvana Andreyevna'nın evinde açtın. Koltukta uzanır haldeydin. Hemen üstünü aradın ve cep saatini buldun. Saat sabaha karşı 4'tü.
"S/A! Uyandın sonunda! Ah, senin için ne kadar endişelendim bilemezsin!" Hemen yanı başında oturan Ostvana'nın sesiydi bu.
"Ostvana, ben-"
"Gece yürüyüşe çıkayım dedim, yolda da seni gördüm. Yanına gidip selam vereyim dedim ama benden kaçmaya başladın. Tam kolundan tutayım derken kayıp düştün! Ne kadar korktum, ne kadar korktum inanamazsın!"
"Ostvana sen cılız, ufak tefek kadınsın- benden de 2 yaş küçüksün. Beni nasıl taşıdın buraya kadar?" diye sordun biraz doğrularak.
"Sen bana bakma S/A," dedi göğsü kabararak. "...ufak tefek olabilirim ama her şeyin üstesinden gelirim."
Onun bu haline gülümsedin.
Ostvana senden 1 yıl sonra gelmişti mahalleye, 15 yaşındaydı evlendiğinde. Mahallede yaş ortalaması 30 olduğundan bir tek siz ikiniz 'genç kız'dınız. Bu sayede yakınlaştınız ve arkadaş oldunuz.
Dediğin gibi, Ostvana cılız ve ufak tefekti. Saçları kısaydı ve kızıl kahverengi saçlarıyla uyumlu kahverengi, oyuncak bebekler gibi büyük gözleri vardı. Çok sıcakkanlı ve yardımseverdi.
"Ben evime gitsem iyi-"
"Saçmalama! Sabah beraber kahvaltı yapacağız! Kocam evde yok nasıl olsa, gün boyu beraber vakit geçiririz."
Seni geri yatırdı ve üstünü örttü. Sonra o da karşı hizandaki koltuğa uzandı ve uyudu.
Sen de 4-5 saat anca uyuyup horozların ötüşüyle uyandın. Ostvana da ayağa kalktı.
"Saat kaç S/A?"
"9 falan." dedin gözlerini ovuştururken.
"Mükemmel, ben gidip kahvaltı hazırlayayım!" diyerek koltuktan kalkıp ayağa fırladı ve mutfağa gitti. Ostvana'nın niye kısa olduğunu biraz daha anlıyordun, ihtiyacı olan uykuyu almıyordu.
Peşinden gittin ve ona kahvaltı hazırlamasına yardım ettin.
"Ostvana, senin hizmetçin niye yok?"
"Annesini kaybetmiş, ben de ona annesini bulana kadar izin verdim."
"Bir dakika, 'annesini bulana kadar' derken? Cennette mi arayacak bu kadın annesini?" diye sordun şaşkınlıkla. Ostvana güldü.
"Kardeşleri annesi biraz hava alsın diye ormana, pikniğe götürmüşler kadını. Kadının da canı sıkılmış herhalde, ormanda kayıplara karışmış. 2 gündür onu arıyorlar. Bir de not yazıp bırakmış, 'beni bulmayın, ben yalnızken mutluyum' diye."
Sen de gülmeye başladın.
Kahvaltıdan sonra sen eve gitmek istesen de Ostvana izin vermedi ve çay içmeye kalman için ısrar etti. En sonunda sizin evde çay içme şartıyla eve gitmene izin verdi.
Eve geldiniz ve sen mutfağına çıkıp çay hazırlamaya başladın. O da sana yardım etti. Sonra aşağıya inmek yerine çaylarınızı mutfakta oturup içtiniz.
Biraz sohbet edip çay içtikten sonra onu evine uğurladın. Yaklaşık 10 dakika sonra pelerinini Ostvana'da unuttuğunu hatırladın ve aşağı indin ve dışarı çıkmak için kapıyı açtın.
Tam karşındaydı, kapının önünde.
"Sana 'yarın tekrar uğrarım' demiştim."
᪥
5. Bölüm Sonu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rͪͥus ̷̓Ça̕r̰l͙͔̙̞̱͞ığ̴ıͥ͌ͣ̿̉ x ̶̸̢Reade͒̇̿ͭr̛͡
FanficPetersburg'da yaşarken Moskova'da soylu bir ailenin varisiyle evlendiğinde hayatının düzeleceğini sanmıştın. Ama 6 yıl sonrasında istediğin tek şey kocanı öldürüp mal varlığına konmak ve peşine takılan siyah saçlı adamla başa çıkmaktı. 👑 Hikaye 189...