9

432 70 38
                                    

Hâlâ yağmur yağıyor.

Yeni uğrayan baharı kapı dışarı eden  kapkara bulutlar yer edinmişti gökyüzünde. Günün belli saatleri asla durmadan yağmur yağıyordu.

İnce bir battaniyeyi üstüne almış, vücudunun yarısı açıktaydı. Pencereden içeri yağmur sesiyle birlikte birkaç damla yağmur giriyordu.

Hava soğuk değildi ama çocuk üşüyordu. Uzun zaman önce bu denli şiddetli bir hastalık geçirmişti. Ne yapacağını bilmiyordu.

Neredeyse 1 haftadır insan yüzü görmeyen irisler, kötü hissetmekten öte, âdeta çöküşteydi. Yalnızlık hiç bu kadar acıtmıyordu.

Katsukiyle geçirdiği o şehvetli denecek kadar berbat geceden sonra, ansızın vücudu güçsüz düşmüş, hemen sonra da ayakta duramayacak hale gelmişti. Yataktan çıkacak hali yoktu İzuku'nun.

Hasta olduktan sonra, güneş de sanki İzukuyla beraber hastalanmışçasına kendini küstürmüştü gökyüzüne. Gökyüzü uzun süredir güneşten mahrumdu.

Odası kapkaranlık, pencereden yağmurdan başka bir şey girdiği yok. Camı açık, soğuk rüzgar ara sıra içeri uğruyor.

Artık büyümesine rağmen, hâlâ bir anneye ihtiyacı varmış gibi, uzunca ofladı. Çaresiz hissesiyordu çünkü artık bir annesi yoktu, uzun zamandır kendisiyleydi.

Kendisine yemek hazırlayacak birini bulmayı düşünmüyor değildi. Iida'yı arayacaktı, ama şu an okul zamanı olduğundan açmazdı. O yüzden biraz daha bekleyip arayamayı düşündü.

Hastalık, düşünceleriyle kendisini baş başa bırakıyordu, özellikle istememesine rağmen yine yer ediniyordu kafasında. En nefret ettiği şeyleri yapıyordu şu sıralar, nefret edilecek biri oluyordu.

Nefret duygusunu düşündüğünde aklına babası ve annesi geliyor, bitmek bilmeyen saatler kafasında yer ediniyor, migreninin azmasına yol açıyordu.

Cinsellikten nefret ediyordu. Bütün benliği bu olaya tümüyle karşı iken, daha 16 yaşını dolduran çocuğun tekine asla ağıza alınmayacak laflar ediyordu son zamanlarda. Nefretle doluyordu bunları düşündükçe. Saf bir duyguydu işte bu.

Başlarda sadece uğraşıyor, alaya alıyordu fakat, zaman geçtikçe uğraştığı şey yakınında yer edinmeye başlıyordu. Daha sık vakit geçiriyordu bu şeyle.

Karşısındaki çocuk saftı, kirlenmemiş bir ciğerdi, her şeye rağmen yanmaya devam eden bir cılız ateş kadar temizdi. Bu yüzdendir belki de tesadüfen yanında belirmesi. Daha sonra biçimli kaşlarını hafif çattı, çok az bir oynamaydı bu.

Zaten bu çocuk asla kendisiyle konuşma çabasına girmemişti ki. En başından beri izleyici oydu, İzuku kendi başlatmıştı her şeyi. İlk o konuşmuştu çocukla. Ve o uğraşmaya başlamıştı.

Belki içindeki şeytan ona sürekli fısıldadığı için bu vaziyete gelmişti. Onu o gece sarışının evine sürükleyen de bu şeytan değil miydi zaten? Ya da o sahilde söylediği manasız, içi boş sözler? Hepsini şeytan söyletmiyor muydu?

Bilmiyordu. İnanç ona uzak kalıyordu.

Ama ara sıra, çok nadirdi bu anlar, dinlemediği de oluyordu şeytanı. Sırf kendisi istediği için de uğruyordu o çocuğa, kendini saflığın yanında bulunurken içindeki nefretten arınıyormuş gibi hissediyordu. Ya da öyle hissettiğini sanıyordu.

Bunları düşünürken Iida'ya mesaj attı. Aramaktan vazgeçti. Sadece mesaj atacaktı, eşek gibi hasta olduğunu ve evine gelmesi gerektiğini yazdı ve telefonu kapattı. Ekrana bakmak koyu irisleri yoruyordu.

Fleur De printemps | DekubakuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin