Lavanta rengi gözler karşıdaki mezar taşını inceliyordu, Sanemi mezarlık arazisinin bulunduğu geniş düzlük boyunca sertçe esen rüzgarın saçını dağıtmasına ve gözlerinden süzülen yaşları kurutmasına izin verdi. Ölümün üzerinden saatler, günler ve haftalar geçse de ölüm aynı ölümdü ve acı aynı acıydı. Hafiflemiyor sadece arka planda kalıyor, başka duygularla üstü kapatılıyordu.
Gelirken aldığı bir buket papatyayı titreyen elleriyle mezar taşının hemen önüne bıraktı. Sıkıntıyla derin bir nefes aldı ve kendini sakinleştirdi, hayat tüm hızıyla devam ediyordu. Özlese de, onu burda tek başına bırakmak istemese de yaşamak için çok fazla nedeni vardı.
"Baba?" Hemen arkasından gelen küçük kızın sesiyle hızla gözlerini sildi ve duruşunu düzeltti. Kızının onu bu kadar güçsüz ve üzgün görmesini istemiyordu, en azından şimdilik.
"Gel, prenses." Kollarını çocuğa doğru uzattığında kız koştu ve babasına sıkıca sarıldı. Sanemi çocuğun uzun siyah saçlarına bir öpücük kondurdu. Az önce de düşündüğü gibi, üzülse de hala yaşamak için çok sebebi vardı: küçük prensesi, dostları, kardeşleri ve tabii ki de eşi.
"Neden üzgünsün?" Kızın turkuaz rengi parlak gözleri beyaz saçlı adamın yüzünde merakla dolanıyordu. Küçük ellerini genç adamın yanaklarına yerleştirdi ve endişeyle konuşmaya devam etti. "Lütfen üzülme baba."
"Çok sevdiğim biri öldü."
"Ölmek ne demek?" Sanemi yüzündeki buruk gülümsemeyle gözlerini yumdu. Çocuk sadece 5 yaşındaydı, ilk kez mezarlığa geliyordu ve henüz ölümün ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktü.
"O çok uzaklara gitti ve artık onu bir daha göremem, konuşamam da."
"Oh..." Çocuğun yüzünde üzgün bir ifade oluşmuştu. "Geri çağıramaz mısın?"
"Hayır. Onu geri çağıramayız, gelemez. Ama dua edebiliriz. Böylece biz onu duyamasak da o bizi duyabilir. İşte böyle..." Sanemi cümlesini bitirdikten sonra ellerini göğsünün hemen önünde birleştirdi ve dua etmeye başladı. Kelimeleri kızının da duyabileceği bir şekilde söylüyordu, gözünün ucuyla hemen yanında dikilen çocuğu kontrol ettiğinde onun kendisini taklit ettiğini gördü. Bir süre birlikte dua ettiler ve ölen kişinin ruhu için birer tütsü yaktılar.
Esen rüzgar gittikçe hızını arttırırken Sanemi ayağa kalktı ve pantolonunu silkeledi. Kızının birbirine karışan saçlarını düzeltmeye çalıştı, kapüşonunun kapattı ve montunun fermuarının kapalı olduğundan emin oldu.
"Hadi artık gidelim, sanırım yakında yağmur yağacak." Çocuk onu başıyla onayladı ve uzattığı elini sıkı sıkı tuttu. Beyaz saçlı adam kırk sene düşünse de bir çocukla bu kadar iyi anlaşabileceğini asla aklının ucundan geçiremezdi. Eh, tabii kızı zeki, mantıklı ve nispeten sakin bir çocuktu. Yine de çocuklar ondan ve her tarafını kaplayan yara izlerinden genelde korkardı ama kızı ona hiçbir zaman böyle bir tepki vermemişti.
"Anne!" Küçük çocuk bir anda Sanemi'nin elini bırakıp bahçenin diğer ucuna doğru koşmaya başlamıştı. Beyaz saçlı genç düşüncelerinden hızla sıyrıldı, ilk başta ani bir refleksle onu tutmaya çalışsa da sonra durdu. Kızları, mezarların arasındaki beton yolun diğer ucunda duran bir tanecik eşine doğru koşuyordu, sorun yoktu.
Küçük çocuk onun yanına ulaştığında kucaklanmak için kollarını yukarı kaldırdı ve istekle olduğu yerde zıpladı. Anneciği tabii ki de bu isteğini kıyamadığı için reddetmeyecekti. Yine de inadını konuşturarak konuya açıklık getirmekten vazgeçmedi.
"Ben senin annen değilim Hinata."
"Ama diğer çocukların anneleri var?!" Küçük kız yine de ayak direyecek ve kendini savunacaktı, Sanemi onun bu huyunu seviyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
warrior | sanegiyuu
Fanfictiondemon slayer modern au || Tomioka Giyuu, mangaka olmak isteyen bir üniversite öğrencisiydi. Ne çizeceğini bilemediği sıradan günlerden birinde arkadaşlarını hayali bir evrende kılıç ustası olarak çizmeye karar verdi. bxb | shinazugawa sanemi x tomi...